Aşkınızı, tutkunuzu, zamanınızı verdiğiniz, hüzün ve sevinci hep birlikte paylaştığınız sevgilinizin sizi aldattığını iddia ettiklerinde ne hissedersiniz?
“İnsanı aldatmak onu güldürmekten daha kolaydır.” Molière
‘Truman Show’ filmindeki Truman karakteri gibi hissediyoruz kendimizi bugünlerde. Jim Carrey hep sanal bir ortamda yaşardı. Ailesi, işi, çevresi, etrafında olan bütün herşey sahteydi, herşey düzmeceydi.
Truman böylelikle sürekli aldatılıyordu. Gerçek hayatın duvarlarla örtülü ‘öteki’ tarafta olduğunu bilmeden ‘gül’ gibi yaşıyordu. Bildiği tek şey, hayatının mükemmel olduğu, gördüğü, konuştuğu her kimsenin doğruyu ve gerçeği yansıttığıydı. Ona aşık olan sevgilisi bile sahteydi oysa ki! Truman, özcümle sürekli aldatılan biriydi ve hayatında kesintisiz ‘Truman Show’ oynuyordu, tıpkı bizim hayattaki ‘show’larımız gibi.
Sabah kalkıyoruz, işe gidiyoruz, uğraşıyoruz, didiniyoruz, para kazanıyoruz, kimi olayları ve meseleleri duyuyoruz, görüyoruz, okuyoruz ve hep bunlara inanıyoruz. Lakin, bir gün bir bakıyoruz, sanki farklı bir dünyada yaşıyor hissine kapılıyoruz. Dışardaki görmediğimiz hayatın bambaşka bir görüntü verdiğini anlıyorsunuz birden. Filozofun dediği gibi, gördüğümüz hiçbir şey gerçek değil sanki. Onlar sadece görüntü ve gerçeğin yansıması.
O halde gerçek nerede?
***
Aldatma... İnsanoğlunun, ta yaratılışından itibaren başına gelen en uğursuz eylem...
Terrence Malick’ın o tarihi ‘The Thin Red Line’ filmindeki o aldatma sahnesi unutulur mu?
Savaşın en rezil, en kötücül ve en karanlık döneminde, can yoldaşları bir bir savaş alanında telef olurken Amerikalı yüzbaşı tek tesellisini, her seferinde ölümden kurtulduktan sonra olağanüstü bir aşkla bağlı olduğu eşinin fotoğraflarına bakmakta bulacaktı. Gecelerin kahredici ve korkutucu beklenti anları arasında ona bakıp geleceğe ait güneşli ruhları umut ediyordu. “Kötülük her daim hükümdar olamayacak bu hayata” derken; onun için iyiliğin ve mutluluğun simgesi olan eşinin fotoğrafları arasında iç sesiyle oksijen alıyordu: “bu kötülük bize nereden girdi, nasıl çıkacak sevgilim? Ama sen yanımda oldukça iyilik bizle olacak...”
Aylar sonra, savaşın bitimine doğru, çoğu arkadaşlarını yitirdiği cehennem gibi günlerden sonra eşinden yeni gelen mektubu, gökyüzünde aniden oluşan gökkuşağı rengi gülümsemesi ile açtığında ise okuduğu üç satır, savaşın en ölümcül anlarında bile hissetmediği acıyı yaşatacaktı ona. Zira, o çok sevdiği, o çok taptığı ve onun da aynı şekilde sevdiğini sandığı karısı yalnızlığa dayanamayıp, hem de ortak bir arkadaşlarıyla onu aldattığını ve onunla yaşamaya karar verdiğini yazacaktı, iki buçuk satırla sadece! Yüzbaşının sessiz tepkisi; aldatmanın bilincine varmış bir insanın sendelemesidir, yuvarlanmasıdır boşluğa doğru.
Zira insan yoksuldur, insan yalnızdır.
O küçük hayatlarında bile sadece bir nefes peşindeyken, aldatmanın ve ihanetin gücü karşısında hep yenik düşecekti.
***
Ve bugün... Aşkınızı, tutkunuzu, zamanınızı verdiğiniz; hüzün ve sevinci hep birlikte paylaştığınız sevgilinizin sizi aldattığını iddia ettiklerinde neler hissederdiniz?
25 milyon kişinin, sevgilisi tarafından aldatılma iddialarıyla yatıyoruz, kalkıyoruz. İddiaların doğruluğunu zaman gösterecek. Lâkin bu aldatma meselesi insanoğluna, yine ve yeniden bazı insani değerlerin nasıl da yerlerde süründüğünü göstermesi bakımından ilginç gözlemler sağlıyor. O sevgiliden nefret edenlerin akbabalar gibi ortaya çıkıp intikam duygusuyla yanıp tutuştuklarını görmek önemli bir sosyolojik bulgu değerinde.
Lakin çare yok. Sevgili aldatmıştır veya aldatmamıştır. Ateş düştüğü yeri yakacaktır, hep dediğimiz gibi. Zira insan yalnız doğmakta, yalnız ölmekte, hatta ve hatta yalnız yaşamaktadır!...
Belki de gerçek hayat, aldatmalardan arta kalan kısacık anların yekûnüdür.
Her şeye rağmen Jim Carrey gibi gerçeklerin ortaya çıkmasını istemek en anlamlı, insana yaraşır en saygın bir dilek olacaktır. Acı da verse, aldatan dünyaya karşı durmak lâzım.
Yere düşmek önemlidir. Lakin daha önemlisi, ayağa kalkmayı bilmektir.