Türkiye’deki demokratik rejimin en büyük zaafı parti liderlerinin milletvekilleri üzerindeki vesayetidir.
Yeni yapılacak anayasaya ilişkin tartışmaların arifesinde, 65 senelik demokrasimizin kanımca bu en sorunlu hususunun teşrih (ameliyat) masasına yatırılmasının vaktinin geldiğini, hatta geçmekte olduğunu söylemek doğru olur.
Demokratik sistemimizin Achilles topuğu, siyasi partilerin milletvekili adayı tespit yöntemi olarak tezahür etmekte: kimlerin hangi sıradan aday olacağı ilçe bazında yapılacak ön seçimlerle değil de parti başkanlarının iradesiyle belirleniyorsa bu kişilerin sadakatinin seçmenleri yerine siyasi parti başkanlarına olacağı eşyanın tabiatı icabıdır.
Demokrasinin “Demokrasi” olabilmesi için, tekrar seçilmek isteyen milletvekillerinin rücû etmesi gereken başlıca hatta tek adresin seçmenleri olması şarttır. Zira bu kişi meclise parti başkanını değil onu seçen seçmeni temsilen gitmek durumundadır. Seçmenine karşı sorumlu olan bir vekilin, seçmeninin nabzını tutması, seçmeninin siyasi sistemden olan taleplerinin sözcülüğünü yapması, çözüm üretmesi ve netice alabilmesi esastır. “Malı” teslim edebilen tekrar seçilir, edemeyen yerini daha yetkin birine bırakır.
Pekiyi bu niye bu kadar önemli?
Çünkü, milletvekilinin parti başkanına değil de seçmenine hesap vermek zorunda olması, demokratik ülkelerde rejimin temel güvencesidir de ondan!
Şöyle ki, milletvekillerinden oluşan Yasama Erki’nin Yürütme Erki’nden bağımsız olması, Yargı Erki ile birlikte, Yürütme’nin keyfi tasarruflarda bulunamamasının en büyük güvencesini oluşturmakta.
Demokrasi tarihimiz boyunca Yürütme erkinin Yasama erkinin içinden çıkıp onu bir noterlik müessesesi gibi kullanmış olması, Yürütme erkinin dengelenebilmesi için devletin siyasetle meşgul olmaması gereken Yargı ve Silahlı Kuvvetler gibi diğer kurumlarını siyasetin içine çekmiştir. Özetle, Yürütme’nin Yasama üzerindeki mutlak vesayeti Türkiye’deki rejim sorununun temelini oluşturmaktadır.
Bu durum düzeltilebilir mi veya düzelir mi?
Evet, düzeltilebilir, ama mevcut şartlarda maalesef düzelmez!
Halkta bu konuya ilişkin bir bilinçlenme oluşur ve taleplerini güçlü bir şekilde ifade edebilirse mevcut özürlü durumdan kurtulunabilir. Ancak, halkın taleplerine tercüman olması gereken siyasi partilerin karar alıcıları kimin hangi sıradan milletvekili adayı olacağı konusundaki karar verme ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyecekleri için bu durumun düzelmesi mümkün görünmüyor.
Ne yapılabilir?
1- Halkın bu konuda bilinçlendirilip destekçisi olduğu siyasi partilerden bu yönde talepte bulunması sağlanabilir.
2- Uluslararası STK’larla bu konuda işbirliğine gidilebilir ve destekleriyle bu talep Uluslararası platformlar üzerinden dillendirilebilir.
3- Türkiye’ye Demokrasi dersi vermeye pek meraklı AB organlarının söz konusu talebi yüksek sesle dillendirmeleri sağlanabilir.
Pekiyi, Türkiye’de konuya daha önce parmak basan olmadı mı?
Tabii ki oldu!
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Bilgesam tarafından 2010 yılında yayınlanan ‘Cumhuriyetimiz, Çağcıl Demokrasi Ve Türkiye’nin Dönüşümü’ başlıklı çalışmasında http://www.bilgesam.org/tr/images/documents/rapor23.pdf şöyle diyor:
...Anayasa dışında düzeltilmesi gereken düzenlemelerin başında Seçim ve Siyasal Partiler yasaları gelmektedir. Anayasa’nın 80.ci maddesine göre her milletvekili, sadece seçim bölgesinin değil, bütün Türkiye halkının vekilidir. Görüşlerini ve oylarını özgürce kullanır. Bunun için sorumsuzluk ve dokunulmazlık ayrıcalıklarına sahiptir (m. 83) Yasama erkinin görevi, Yürütme erkini denetlemektir. Uygulamada ise, milletvekillerini genel başkanların belirlediği ve alın yazıları genel başkanların dudakları arasında olduğu için, milletvekilleri bırakınız bütün halkı, kendi bölgelerinin bile vekilleri değildir; sadece genel başkanlarının vekilleridir. Bu nedenle de Yürütme erkini sadece muhalefet bir ölçüde denetleyebilmekte, Yasama erki dışlanmış ve Yürütme erkince kuşatılmış bulunmakta; sorumsuzluk ve dokunulmazlık ayrıcalıkları işlevsiz kalmış bulunmaktadır. Bu kandırmaca anlayışı yıllardır yürürlüktedir...
Bir büyüğümüz olarak, bu konuda kamuoyu oluşması için kürsülere çıkmasını ve yapılacak tartışmalarda başı çekmesini can-ı gönülden temenni ediyorum.