Bırak dağınık kalsın...

 

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
27 Temmuz 2011 Çarşamba

Yazının başlığı eski günleri hatırlatıyor, değil mi? “Bırak dağınık kalsın.” İyi de ne dağınık kalsın? Saçlarım değil tabii... Düşüncelerim.

Efendim, Mevlâna Celaleddin-i Rumî 13. yüzyılda “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait; şimdi yeni şeyler söylemek lâzım” demiş.

MÖ 500 ilâ MS 100 yılları arasında herhangi bir dönemde yaşamış olabileceğine inanılan Koelet (yani Vaiz) ise şöyle demiş: “Ve eyn kol hadaş tahat aşamayim”. Hemen tercüme edelim ama dizeyi en başından alarak:

Olan, olacak ve yapılmış olan, yine yapılacak. Gökyüzünün altında yeni bir şey yok.

Bendeniz fakirin bu sözleri uzlaştırmaktan başka ne çaresi var? Söylenecek ne varsa söylendi. Şimdi tek yapabileceğimiz, daha önce söylenenleri farklı bir şekilde söylemek. Yaz sıcağına denk bu Dar Açı yazısı, önceden söylenenleri kendi dar ve bencil bakış açımdan, farklı bir dille kâğıda dökmeyi ve sizleri birazcık eğlendirmeyi, eğlendirirken de buzz gibi bir limonata etkisi bırakmayı amaçlıyor.

Kadınların en büyük derdi lekesiz ve bembeyaz olamayan çamaşırlardır. Dolayısıyla kadınların yaratılma amacının sürekli çamaşır yıkamak, erkeklerin yaratılma amacının ise, kadınların lekesiz ve bembeyaz çamaşırlar elde edeceği, hep daha mükemmel deterjan ve çamaşır suları üretmek olduğunu ileri sürmek mümkündür. Mükemmelleşme, sonu gelmeyen bir süreç olduğundan, her Ar-Ge döneminde daha mükemmel olduğu sanılan temizlik ürünleri piyasaya sürülecektir. Başarılı olduklarından kuşku duyanlar, piyasa “pis iyidir, güzeldir” türünden bir sloganla çıkmak zorunda kalacaktır. Kadın ve erkeklerin bu bitmek bilmeyen çilesini Roma Mitolojisi’ndeki Tantal işkencesine benzetmek, yerinde olacaktır.

NDS’de tam bir sene boyunca neden Roma Mitolojisi okuduğumu hep düşünüp durdum. Nihayet bir işe yaradı galiba. Ancak hâlâ anlamadığım bir husus var: Bazı kitapçılarda ‘din ve mitoloji’ başlıklı bir bölümde, tektanrılı semavi din kitapları ile çoktanrılı (tanrı denebilir mi, Jüpiter ile Mars’a örneğin, ondan hiç emin değilim) pagan mitoloji yani efsane kitapları niye yan yana durur ve neden kimse buna ses çıkarmaz? İnsan, temel bilerek hayatını üzerine kurduğu inancı efsane olarak görebilir mi? Ya da insan, hayatını bir efsane üzerine kurabilir mi?

İlkokuldan beri elma ile armudun toplanmayacağı dayatıldı tazecik zihinlerimize. Oysa hayat öğretti ki, elma ile armut, bal gibi de toplanır ve sonuç, meyve cinsinden çıkar. Başka bir deyişle üç elma artı iki armut eşit beş meyve.

Ana haber bültenini “İstanbul’un sosyetik semti Etiler’de bugün bir patlama meydana geldi” diyerek açan anchorman nasıl bir ruh halinde olabilir, gerçekten merak ediyorum. Tersi vuku bulsaydı, anchorman “İstanbul’un varoş semti bilmem nerede bugün bir patlama meydana geldi” der miydi? Deseydi ne olurdu peki?

Bir dönem, kültürün sarayda verilmeyeceğine kanaat getirildi ve kültür sarayının ismi, kültür merkezi olarak değiştirildi. Simit, kültürden sayılmadığı halde herkesin damak zevkine uygun olduğundan, sarayda yenmesinde sakınca görülmedi. İyi de... Adalet niye sarayda dağıtılıyor? Daha açık sorayım: Çağlayan’daki yeni adliye binasına neden adalet sarayı dendi?

Bir gün Osmanbey’de kaldırımın üzerinde yürüyorum, iki kavruk delikanlı da bir hurdacı arabası sürüyor... Kaldırımın üstünde. Kimse ses çıkarmıyor, bunu kanıksadık artık. Üzerine motosikletle gelenlere bile karşı çıkmıyor vatandaş. Devasa boyutlardaki iki genç siyahî (alışkın değiller bu manzaraya, besbelli), arabacılara kırık dökük Türkçeleri ile “yasak, yasak” dedi. Kavruklardan biri hemen cevap verdi: “Sizin de burada olmanız yasak, ne olacak şimdi?” Öyle ya... Ne olacak şimdi? Siyahî isen, illâ ki kaçaksın demektir.

İnsanın başına hep olumsuz olaylar gelecek değil ya! Bir eğitim semineri vermek için Bulgaristan’a giden eşimin peşine takıldım. Vize sorundu ama “vermezsen verme” türündeki çıkışlarım işe yaradı. Sofya havalimanındaki pasaport polisinin karşısına biraz ürkek çıktım açıkçası. Nitekim hemen ziyaret amacımı sordu. İş için gelen eşime eşlik ediyorum deyince, genç polis öyle samimi bir tavırla “That’s gooood” (Ne iyi etmişsin) dedi ki, içim ısındı valla.

Sevgiyle ve serinde kalın