Geçmişten geleceğe

 

Avram VENTURA Köşe Yazısı
27 Temmuz 2011 Çarşamba

Ziyaretime gelen arkadaşımla konuşuyorduk. Söz arasında zaman zaman eski arkadaşlarla buluştuklarını ve bir araya geldiklerinde yalnızca geçmişe odaklandıklarını, birbirlerine anılarını, birlikte yaşadıkları olayları anlattıklarını söylüyordu. “Gençken diyordu, sürekli gelecekten, yeni girişimlerden, umutlarımızdan, hedeflerimizden konuşurduk. Artık yaşlandık mı nedir, sanki bizim için bir gelecek tasarımı, yeni düşlemler, yaratıcı fikirler çıkmıyor. Yalnızca geçmiş ve şimdiki an!”

Gelecek ile ilgili sözlerine bir tepki vermek isterken, sustum. Nedeni de tümceyi çoğul kullanırken, aynı yargının içine beni de katmış sayılırdı.  Kendi payıma büyük beklentilerim olmayabilir, ama hiçbir umut beslemeden, geleceğe sırtını dönme düşüncesinin bana tümüyle ters geldiğini söyleyemedim.

Arkadaşım gittikten sonra düşünmeyi sürdürdüm:

Sözlerini bir noktaya kadar haklı görebiliyorum. Gerçekten kimi yaşıtlarımla bir araya geldiğimde, bilinçli ya da bilinç dışı, konuştuklarımız daha çok geçmişimizle ilgili oluyor. Yaptıklarımız, yapamadıklarımız, keşkeler, yazıklanmalar... Bu konularda suskunluğu daha çok yeğlesem de, yine dinlemek ya da söze katılmak zorunda kalıyorum. Ancak bu söylediğim arkadaşlardan birçoğu, ya iş yaşamından tümüyle ayrılmışlar ya da sosyal ilişkilere uzak kaldıklarını gördüklerim! En önemlisi de birlikteyken, sözlerimizle birbirimizi olumsuz yönde etkilediğimizi sanıyorum. Birimizdeki yılgınlık, bezginlik ya da umursamazlık, istemeden de olsa bir başka arkadaşımıza bulaşıyor.

Kendi payıma, yalnızca anılarına sığınıp geleceğe gözlerini yummuş bu arkadaşlarla, elimden geldiğince daha seyrek görüşerek sağlığımı koruyorum!

Amerikalı iş adamı, şair ve hümanist Samuel Ullman’ın şu sözleri üstünde durup düşünebiliriz:

“Sadece belirli birkaç yılı yaşamakla hiç kimse ihtiyarlamaz. Yıllar sadece deriyi buruşturur. Ruhun kendisini ise isteklerin, heyecanların, ideallerin yok olması buruşturur.

Bir insan inançları kadar genç, şüpheleri kadar yaşlı, kendine güveni kadar genç, korkuları kadar yaşlı, ümitleri kadar genç ve hayal kırıklıkları kadar yaşlıdır.”

Uzun zaman önce okuduğum bir söyleşide, gazeteci, 102 yaşına girmiş olan adama, böyle sağlıklı ve dinç kalmayı, tüm olumsuzluklara karşın yaşama gülümseyen gözlerle bakabilmeyi neye borçlu olduğunu sormuş. Adam şöyle yanıt vermiş:

“Her gün erken saatte yatağımdan kalktıktan sonra pencerenin önüne gider, birkaç dakika dışarısını izlerim. Hava nasıl isterse olsun hiç önemli değil, kendi kendime şunları söylerim: Bu, tam benim istediğim gibi muhteşem bir gün!”

Sanırım bu söyleşideki yaşlı adamın sözlerinden, benim gibi yaşamından keyif almak isteyen herkesin alacağı dersler olacaktır. Öyle ki, sabah gözümüzü açtığımız andan başlayarak, yaşama olumlu bir şekilde yaklaştığımız sürece, kuşku yok ki yalnız yaşadığımız an’ı değil, geleceği de daha sağlıklı ve mutlu karşılayacağız.