Geçen hafta Kosova’daydım. Göçmen bir aile olduğumuz için her sene oradaki yakınlarımızı görmeye gideriz, onlar bizi ziyaret eder ve böylece aile bağlarımızı koruruz, sahip olduğumuz sıcaklığı, samimiyeti korumaya çalışırız.
Aile her şeydir çünkü...
Anne, baba, kardeş, kuzen, yeğen, amca, hala, dayı, teyze... Artık aklınıza gelen kim varsa hepsinin yeri ve önemi apayrıdır insan için... Bazen değil gibi görünse de alışkanlık haline gelse de öyledir. Bunu da en çok özel günlerde doğumlar, sünnetler, düğünler, bayramlar ve kayıplarda anlarız.
Oysaki sıradan günleri yaşanır kılan en önemli şeylerden biri hiç sebep yokken yaratılan keyifli buluşmalardır. İşte biz de bu buluşmaları çoğaltmak, artık yaşları ilerlemiş aile büyüklerimizi daha çok görmek ve anılarımızı daha çok zenginleştirmek için her yaz gideriz Kosova’ya.
Yarım ve tatlı Türkçeleriyle, korumaya çalıştıkları gelenekleriyle o kadar tanıdık, o kadar bizim, o kadar güzeldir ki hepsi...
Kosova hep benim de Kosova’m oldu. Türkiye’m kadar değil belki; ama Türkiye’m gibi...
Yaz tatilleri benim yaşımdakiler için denizken, benim için her zaman orası oldu. Dedemin çiftliğinde sebze toplamak, araziden geçen deredeki balıkları yakalamaya çalışmak, bazen o dereye düşüp annemden azar işitmek, babamın akrabalarının hiç Türkçe bilmeyen kızlarıyla şeker ve çiklet almaya gitmek, dut ağaçlarının altına çarşaf germek ve düşen dutları kuyulardan çekilen buz gibi sularla yıkamak... Çocukluk kışın Türkiye’de okul, yazın Kosova’da bunlar demekti.
Sonra büyüdük...
Savaşlar, zorluklar, yokluklar, kayıplar yaşandı.
Çiftlik satıldı, benim yediğim şekerler artık üretilmez oldu. Fabrikalar kapandı, dilini konuşmadığım kuzenlerim neredeyse tek tek farklı ülkelere dağıldı. Bir soykırımla burun buruna gelen Kosova halkı, yaralarını ancak şimdilerde sardı. Biz; her yaz bütün zorluğuna, bütün tehlikesine ve sıkıntılarına rağmen oraya gitmeye devam ettik.
Çünkü orada yüzyıllarca biriktirilmiş gelenekler görenekler, aile, sevgi ve saygı vardı. Orada bizden bir parça vardı.
Geçen gün İstanbul’da biri bana, siz aslen nerelisiniz, diye sordu. Göçmeniz, dedim. Aslen Arnavut’uz.
Kosova’dayken de aynı soruyla karşılaşınca ağzımdan çıkan sözcüklere gülümsedim. “Türküm. İstanbul’dan geldim.”
Doğruydu.
Hepsi bendim.
Doğduğum yer İstanbul’umdu. Aldığım terbiye, görgü, yaşadığım he tecrübe onundu. Kosova’da doğup büyüsem belki de hiç öğrenemeyeceğim Türkçeyi bugün öğretiyordum üstelik.
Ama her yerini karış karış bildiğim, geleneklerini hâlâ koruduğum, annemin bozuk Türkçesinde hâlâ varlığını koruyan Rumeli, hep bizimdi. Evimizin bir parçasıydı. O yemekleri yiyor, o müzikleri duyunca yaşımız kaç olursa olsun hepimiz neşeleniyor; düğünlerde, ölümlerde, her türlü toplantılarda aynı adetleri devam ettiriyorduk.
Hayat ne güzel, ne anlaşılmaz, ne kocaman sürprizlerle dolu bir serüvendi.
Bunların hepsini yaşıyordum.
Hepsi bendim.
Sorulan bu sorunun düşündükçe anlamsızlığını daha çok kavrıyor insan... Aslen nerelisiniz?
Asılları merak edenlere en güzel cevap bu:
Ailem hem orada hem buradaydı.
Yaşanmışlıklarım hem orada hem buradaydı.
Hepsi bendim.
Hem oralıyım hem buralı...
Ve bunun bir ayrıcalık olduğunu biliyorum.
Ben hem orasını hem burasını seven, hem orada hem burada sevdikleri olan. Türkiye’de doğup büyümeyi bir keyif ve mutluluk sayan; ama Kosova’ya da gönlünde ayrı bir yer açmış şanslı bir insandım.
Önemli olan toprak değildi, onu ‘memleket’ yapan insandı.
Aslen nerelisiniz, kadar boş bir soru düşünemiyorum. Bu soruyu sormaya nedense çok meraklı olanlara güzel bir cevap buldum kendi kendime:
Aslen nasılım sence?
Çünkü kim olduğumuzun bir önemi yok, nasıl bir insan olduğumuzun önemi var.