15. yüzyıl divan şairlerinden aşk şairi unvanlı Gedaî “Ey Sâki aşkın oduna yandıkça yandım bir su ver” der. Ona göre aşk sonsuzdur, doyumsuzdur. İçtikçe içesi gelir insanın.
Günümüz insanının doyumsuzluğu böyle değil. O da susuzdur. İçtikçe içesi gelir ama huzursuzdur da aynı zamanda. Zira içtiği su onu daha da doyumsuz ve mutsuz bir hale getirir.
“40’lı yaşlara geldiğimde aldatıldığımı hissettim” diyor Edward L. Demore, işadamı ve Boston Digital Bridge Vakfı CEO’su. “Birileri bize yalan söylemiş. İyi bir eğitimin olursa çok iyi bir iş bulursun, iyi bir işin olursa çok kazanırsın, kısa zamanda hedeflediğin o yüksek hayat standardına erişir mutlu olursun demişlerdi. Ben o hedeflediğim yüksek hayat standardını gerçekten de 40’lı yaşlara gelmeden yakaladım. Ancak ters giden bir şey vardı. Mutlu değildim.”
Bireysel yaşam zedelerden birisinin daha, alışık olduğumuz ve birbirine çok benzeyen hikâyelerinden bu okuduğunuz... Neredeyse bir ömür, Anadolu tabiriyle “Ya Rabbenaa (Ey Allahım) hep bana, hep bana” duasını eden insanın sonunda mutsuzluk girdabında bocalayışının hikâyesi.
Hikâyenin sonu ise herkese ibret olacak cinsten. İçindeki bunalım ve mutsuzluk 40’lı yaşlarda onu intihar etmeye itmiş. Tam düşündüğünü yerine getirmeye karar verdiği günlerde çok sevdiği bir arkadaşı ondan yüksek meblağda borç istemiş.
Edward tebessüm ederek karşılamış bu isteği. Nasıl olsa intihar edip yaşamıma son vereceğim düşüncesiyle arkadaşına istediği meblağı borç değil hibe olarak vermiş.
İşte tam o an ne olduysa olmuş. Kendi deyimiyle “İşte o anda bir huzur hissettim. Daha önce hiç tatmadığım ve ömür boyu peşinden koştuğum bir huzur.”
Karşılık beklemeden yapılan bir iyiliğin insan ruhundaki karşılığı olan huzur. Sadece kendini düşünmeden uzaklaşmanın ve başkaları için yaşamanın verdiği huzur. Kutsal kitapların hemen hepsinin ortak olarak kulağımıza fısıldadığı “Mutlu olmak istiyorsan bir başkasını mutlu et” sırlı cümlesi.
O günden itibaren bütün mal varlığını bir vakıfta (Digital Bridge Foundation) toplayıp kendini insanlığın mutluluğuna adayan bir batılının yaşayan hikâyesiydi bu anlattıklarım. Huzurlu olmanın bireysellikten uzak yaşamaya bağlı olarak geliştiğini fark eden bir entelektüelin hikâyesi.
Acaba buhranlar anaforu içinde bocalayan insanlık, ekonomik krizlerle her geçen gün daha kötüye giden batı ve açlıktan gözümüzün önünde eriyen Somali, vücut dilleriyle, “tek çıkar yol kolektivizm mi?” diyor.
Mutluluğu ve huzuru daha fazla para kazanmada, daha fazla şöhrette, daha fazla yüksek hayat standardında ve doğal sonucu olarak daha fazla bireysellikte arayan insanlık susadıkça deniz suyu mu içiyor?
“En çok karanlık olduğu zaman şafak sökmek üzeredir” diyor bir Yahudi atasözü. Dün Tahrir Meydanı, bugün Suriye, Londra ve İsrail’deki gençlik bir mesaj veriyor. “Karar kararabildiğin kadar ey insanlık, kararmanın en son noktası aydınlığın başlangıcıdır. Artık yeniden insan olma zamanı. Bireyselliğe hayır deme zamanı. İnsanın iç özgürlüğünü esir almış benlik ve bencillikten kurtulma zamanı” mesajı bu.
Hadi yeter artık deniz suyu içtiğimiz. Zaman, ruhumuzun derinliklerinde ötekinin sevgisini hissedeceğimiz, içtikçe daha fazla susamayacağımız tertemiz pınarlar arama zamanı…
Ahmet Muharrem Atlığ kimdir?
1971 yılında İzmir’de dünyaya gelen Atlığ, ilk ve ortaokulun ardından İzmir İmam Hatip Lisesi’ne gitti. Lisans eğitimini 1994 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamlayan Atlığ, daha sonra ‘Hıristiyan felsefesi’ dalında ABD’nin Houston şehrinde yüksek lisansını, İngiltere’de de aynı daldaki doktorasını tamamladı. Uzun yıllar kültürlerarası diyalog konusunda akademik ve saha çalışmaları yapan Atlığ, 2008 yılında Türkiye’ye döndü. Atlığ, halen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Kültürlerarası Diyalog Platformu Genel Sekreterliğini yürütüyor.