Bugün köşemde bir konuğum var! Davetimi ve kendisini hep birlikte ağırlamamızı memnuniyetle kabul etti. Tanıştırayım... Rozi Alaluf... İzmir’de doğdu, büyüdü, Sorbonne’da okudu, İsrail Ramat-Aviv’de yaşıyor... İçi dışı gibi lekesiz bir pırlanta kadar berrak, kendini bilen, düşüncelerini ve özellikle duygularını güçlü kalemi ile kelimelere yüklemede son derece başarılı genç bir kardeşim.
Hani bazen olur ya... Telepati gibi... Aklınızdan biri geçer aynı anda “zırrr” telefon çalar... O’dur... Aynen öyle oldu.
Haziran ayında şu meşhur sosyal paylaşım sitesi facebook’un olumlu yönlerinden birini ve sayesinde oluşan güzel birlikteliği “Bir Alsancak var, o da İzmir’de” başlıklı bir yazımla taşımıştım bu sütunlara. O günden sonra biraz daha yükselen facebook tutkum, 2-3 hafta sonra kendiliğinden düşüşe geçmişti. Geçen gün duvarıma yazılan bir mesajı okumak için face’e girdiğimde “çok da doğal” diye düşünüyordum. İlk günlerde sayfaya sel gibi akan nostaljik sohbet konuları tükenmiş, insanları ekrana kilitleyen sihirli ortam kayboluvermişti. Nasıl da insanlar tüm özellerini böylesine paylaşıma açabiliyorlar, ne zaman girsem orada olabiliyorlardı. İlgimin azalması iyi olmuştu. İki/üç günde bir girip, ne gelip gittiğine bir göz atmak, beğenmediğim sayfalardan ayrılmak, face’in sağladığı olanaklardan istifade ederek yalnızca beni ilgilendiren paylaşımlara ulaşabilmek çok daha iyi oluyor diye düşünürkeen... “Tiiinng!...” (Zırrr’ın sanal kardeşi) ekranımın sağ tarafında bir pencerecik açılıverdi... Yukarıda size tanıştırdığım güzel yürekli kardeşim, birlikte katkıda bulunduğumuz bir dijital bültene yazdığı makalesini göndermişti... “Bu kadar olur!” dedim kendi kendime... Cukkk diye oturuvermişti... “Ben bir başlık bulamadım, siz bulun” diyordu bana... Okuduktan sonra başlığı yazısının içinden çıkardım. ‘Dejenere Gençlik’. Laf aramızda, şimdi de düşünüyorum gençliğe haksızlık mı ediyorum diye... Koca koca insanlar da yok mu onların arasında... Siz karar verin isterseniz.
***
“Bu bir eleştiri yazısıdır. Bu kendini kaybetmiş, benliğini kaybetmiş, yirmi birinci yüzyılda teknoloji, daha doğrusu sosyal paylaşım sitelerinde kaybolmuş gençliği eleştirme yazısıdır. Facebook, twitter ve benzeri sosyal ağlarda sevgili arayan, arkadaş arayan iki çift yapmacık iltifata ihtiyaç duyan zavallı bir gençlik var önümüzde. Dejenere gençlik!
Bu gençlik artık kendine güven duymuyor. Kendine güvenmek için fotoğrafı üzerine başkalarının en az on beş yorumda bulunmuş olmalarına ihtiyaç duyuyor, ancak öyle kendini iyi hissediyor. ‘Status’unun altı boş kaldı mı bir anda morali bozulup ‘DOWN’ oluyor. Hemen yakın arkadaşlarına facebook chatten yazıyor: ‘Fotoğrafımın altına yorum yapsana, statusumu görmedin mi altı boş kaldı! Haydi, bir şeyler yaz.’
Sevgili Mark Zuckerberg ve arkadaşları facebook adını verdikleri paylaşım sitesini açarken amaçları ne idi bilmiyorum ancak hayal güçlerinin, insanların bu saçmalıklarını tahmin edebilecek kadar geniş olmadığını zannediyorum. Sizlere bir facebook bağımlısının herhangi bir gününü anlatmak istiyorum. Şimdiden üzülerek söylüyorum ki bunların hepsi yakın çevremden duyduklarımdır, yani hepsi gerçektir.
A kişisi sabah uyanır, gözlerindeki çapakları sağ eliyle temizlerken sol eliyle cep telefonuna uzanıp facebook sayfasını kontrol eder. Yeni bir mesaj var mı, yeni bir bildiri almış mı diye baktıktan ve onları cevapladıktan sonra status kısmında “zzz uyuyor” yazan yeri siler ve uyandığını tüm facebook alemine bildirir. Gereksiz bilgi numara 1.
Arkasından yüzünü yıkayıp kahvaltı ederken kahvaltısının resmini çekip facebook’a koyar ve insanlarla paylaşır. Yanlış anlamayın, bu insan altın falan yemiyor. Herkes gibi peynir, ekmek, gevrek, bal, sucuk falan gibi şeylerin olduğu bir kahvaltı ediyor muhtemelen. Gereksiz bilgi numara 2.
Ancak hemen beğenildi bildirimleri alıyor resim. Çünkü onun gibi sürekli resim ekleyenler biliyorlar ki onlar ne kadar çok beğendi tuşuna tıklarlarsa, onların resimleri de karşılığında beğenilecek. O sırada kuru gevreğe talim bir kaç kişi de ona ne kadar şanslı olduğunu söyleyen mesajlar yazar. A kişisi hemen cevap yazar: ‘Gelin size de hazırlayalım. Mucuk/gülücük’. Her neyse gün ilerlerken kişi facebook arkadaşlarını şu tür bilgilerden yoksun bırakmaz; Otobüsü kaç dakika beklediği, sevgilisi ile ilişkisinin son durumu, anneannesini ne kadar özlediği, X ülkesinin devlet başkanına ne kadar sinirli olduğu, çok uykusunun geldiği vs... Gereksiz bilgiler havuzu.
Elbette kendi güncellemelerde bulunurken başkalarının güncellemelerine de yorum yaparak hayatına renk katar.
Akşam arkadaşlarıyla bir barda buluşan A kişisi içkisini içip müziğin tadını çıkarmak yerine patates ve birasının resmini çeker ve facebook’a koyar. Çünkü o dünyadaki ilk patates ve bira ikilemesi yapan şahıstır ve herkes bunu bilmeyi hak ediyor. Sonrasında da sohbet etmek yerine insanların, resminin altına yazmış oldukları yorumlara cevap verir. Devamında kişi saçının güzel göründüğü bir resim çektirmeyi başarabilene kadar barda buluştuğu arkadaşlarıyla ayrılma ve evlere dönme vakti gelmiştir.
Gençlik! Lütfen uyanın artık! Geçin bu saçmalıkları! Hayatınızı yüzlerce insanın yorumuna açıyorsunuz, sanki bir halk malı gibi. Hâlbuki o sizin en değerli ve en özel şeyiniz. Üstelik ne yediğiniz, ne içtiğiniz, ne giydiğiniz, bir önceki gece kaç saat uyuduğunuz bizim ilgimizi çekmiyor. Bunları afişe etmekten ve vaktinizi öldürmekten vazgeçin.
Merak ediyorum da facebook’a koymayınca kahvaltınız lezzetli olmuyor mu? Status’unuza uyandım yazmayınca uyandığınızı idrak edemiyor musunuz? Bu kadar mı başkalarına mahkûmsunuz? Başkaları güzel olduğunuzu resminizin altına yazmazsa inanmıyor musunuz güzelliğinize? Doğum gününüzde duvarınız tebrikler ile taşmazsa ezik mi oluyorsunuz? İnsanların duvarlarına saçma şarkı sözleri yazınca arkadaşlarınız mı çoğalıyor? Bunlar çok boş…
Derste, işte, stajda, plajda, barda, aile yemeklerinde her yerde facebook ile iletişim halinde olmayı seviyor bu gençlik. Yoksa bir şeyler eksik kalıyor. Benim fikrimi sorarsanız eksik olan tek şey: KİŞİLİK. Ne yazık ki kişiliksiz, aynı fabrikadan çıkmış gibi birbirinin kopyası insanlar yetişiyor günümüzde. Facebook ya da twitter bağımlıları... Hangi biri daha boş ben karar veremiyorum. Lütfen biri buna dur desin!...
NOT: Sözüm facebook hesabını güncel, önemli ve ulaşılması zor gördüğü bilgileri, haberleri dostlarıyla paylaşıp, seviyeli bir biçimde günümüz dünyasına ayak uydurmayı başarmış facebook kullanıcılarına değildir.”
***
Sözün bittiği yer burası olsa gerek!
Boşuna dememişler... Azı karar, çoğu zarar...
Teşekkürler Rozi!