Yukarı Âlem’de, yani Yüce Yaratıcı ile Tahtı’nın ve doğaüstü güçlerin bulunduğu katta, zaman diye bir kavram olmadığını muhtemelen bilirsiniz, sevgili okurlar. Zaman; zekâ ve anlayışı kısıtlı olan insanoğlunun birtakım olayları kavrayabilmesi ve sıraya koyabilmesi için yaratılmıştır. Başka bir deyişle, Tanrı gökleri ve yeryüzünü, suları, çeşitli bitkileri, gökcisimlerini, toprağın, denizin ve havanın tüm hayvanlarını ve en nihayet insanoğlunu yarattığı gibi, zaman kavramını da yaratmıştır.
Bir önceki yazımda Koelet’ten söz etmiş ve “Gökyüzünün altında yeni bir şey yok” sözünü alıntılamıştım. Bu yazımda yine Koelet’ten söz edeceğim. Tanah’ın bu kitabının bende takıntı haline gelmekte olduğunun farkındayım. Anlaşılan bu muhteşem metni, yorumlarıyla birlikte çevirmem şart oluyor –Tanrı izin verirse tabii.
Koelet (Vaiz) Kitabı Kral Şelomo’ya atfedilse de kullanılan İbranice’nin, Aramice etkisi sezinlenen daha ileriki bir döneme özgü olması ve ayrıca Pers dilinde iki sözcük içermesi yüzünden Roma sürgününden sonra, ama M.Ö. birinci yüzyıldan önceki bir tarihte, Yeruşalayimli bilge bir Yahudi tarafından yazıldığına inanılmaktadır. Eski yazılar bilimi olan paleografi, Koelet metninin tarihini, Ölüdeniz Ruloları diye de adlandırılan Kumran parşömenlerinin yaklaşık 150 yıl öncesi şeklinde belirlemektedir.
Tanah’ın hiçbir kitabını, bütününden ayırıp yorumlamaya kalkmanın doğru olmadığını biliyorum. Her kutsal kitap, öncekiler ve sonrakiler ile aynı bağlamda ele alınmalı ve incelenmelidir. Aynı şekilde, Talmud’un bir bölümü olan Pirke Avot’u (Ataların Öğretileri) sırf güzel özdeyişler içeriyor diye parça parça kullanmak da yanlıştır.
Ee, madem öyle, Koelet’in zamanla ilgili bölümünü niye bütününden ayırıyorsun diye sorsanız, yerden göğe kadar haklısınız derim, sevgili okurlar. Ancak mesele şu ki, çok ilginç bir bilgi öğrendim ve sizlerle paylaşmazsam içim rahat etmez.
Bakalım Koelet ne demiş (3:1-8):
Her şeyin bir zamanı ve gökyüzü altındaki her şeyin bir saati vardır.
Doğma zamanı ve ölme zamanı / Ekme zamanı ve biçme zamanı / Öldürme zamanı ve şifa verme zamanı / Yıkma zamanı ve inşa etme zamanı / Ağlama zamanı ve gülme zamanı / Yakınma zamanı ve dans etme zamanı / Taş atma zamanı ve taşları toplama zamanı / Sarılma zamanı ve kucaklaşmaktan kaçınma zamanı / Arama zamanı ve yitirme zamanı / Saklama zamanı ve atma zamanı / Yırtma zamanı ve dikme zamanı / Susma zamanı ve konuşma zamanı / Sevme zamanı ve nefret etme zamanı / Savaş zamanı ve barış zamanı.
Yukarıdaki paragrafta kaç dize var? Üşenmeyelim ve sayalım. On dört tane. Her dize, birbirinin karşıtı iki zamandan söz ediyor, değil mi? Demek ki toplamda yirmi sekiz tane zaman var. Peki yirmi sekiz bize neyi hatırlatıyor? İbrani takviminin dayandığı “kamerî ay”ın gün sayısını... Tesadüf mü? Niye olsun? Bir dize fazla veya bir dize eksik yazmak zor iş midir? Ben hemen birkaç tane yazayım: Uyuma zamanı ve uykusuz kalma zamanı, Çalışma zamanı ve tatil yapma zamanı, Terk etme zamanı ve kürkçü dükkânına dönme zamanı...
Metne biraz daha devam edelim mi? 3:16: “Güneşin altında bir de bunu gördüm ve kendime şöyle dedim: Adil olanı da, kötüyü de Tanrı yargılayacak çünkü O, her şey ve her amel için bir zaman belirledi.”
Hadi azıcık daha. 5:1-5’ten bölümler: “Ağzını açmak için acele etme. Kalbin, Tanrı’nın huzurunda çabuk konuşmasın zira O göklerde, sen ise yerdesin. İşte bu yüzden az konuşmalısın. Aptalın sesi, sözlerinin çokluğundan belli olur. Tanrı’ya söz verdiğinde, sözünü yerine getirmekte gecikme çünkü O, aptalları sevmez. Tutamayacağın sözler verme. Dilinin, vücuduna ceza getirmesine neden olma ve Tanrı’nın habercisine, yanlışlıkla yaptım deme. Tanrı senin sesinden ötürü neden öfkelensin ve ellerinle yaptığın eseri neden yıksın? Tanrı’dan kork.”
Bu sözler aslında zamanla ilgili bir uyarı. Eylül ayına geldik. Sefarad geleneği uyarınca Yahudi yılının başı Roş aŞana’ya hazırlanmak üzere İlul ayı boyunca okuması gereken slihot (özür) dualarına çoktan başlandı.
Size karışmak haddim değil ama ben kendi hesabıma, vicdanımla yavaş yavaş yüzleşmeye koyuluyorum. Neleri düzeltmeliyim? Hep konuşmakta acele eden dilim ve çabuk öfkelenen kalbim için neler yapmalıyım? Şimdi kendim hakkında kötü konuşuyor sayılır mıyım? Tanrı’nın bildiğini kuldan niye saklayayım? Biraz haksızlık ediyor ve kendime karşı hoşgörüsüz davranıyor olabilirim ama madem imkân var, daha iyi bir insan olma fırsatını neden kaçırayım?
Kutsal Olan’ın Roş aŞana’da vereceği yargılar, bizlere hep tatlı gelsin. O, zaten iyi verir de... bizler verdiklerinin iyiliğimiz için olduğunun bilincine varıp, değerini bilelim.