Kişisel hayatların, ortak yaşamların, evliliklerin, birlikteliklerin, ülkelerin hayatlarının ve dostluklarının hep bir inişli çıkışlı dönemi olur. Her şeyin bir balayı dönemi ve sonrası var. İşte anlatacağım mesele, bir balayı ertesi gözlemi… www.twitter.com/basyazar
İnsan oturduğu yerden bir parça kalkıp dışarıda dolaştığı zaman tarihin nasıl da diyalektik değişime tanık olduğunu fark ediyor.
Sadece birkaç yıl önce, umudunu Batı dünyasına bağlamakta hiçbir tereddüt göstermeyen ne Batılı, ne Doğulu insan, yukarı çıkışın sona erip oralardaki hayatın süratle inişe geçmeye başladığını görüyor sarsılmış gözlerle, şaşkın beyinlerle bugün.
Evet, Jim Morrison’un dediği gibi bir zamanlar, “Parti zamanı bitti bebeğim!”
Amerikan pembe rüyası, uykudaki şaşkın ördekte yerini kâbus görüntülerine bırakıyor.
İster inanın, ister inanmayın; fildişi kulelerinin soğumaya başlayan sıcak yataklarından bir nebze doğrulursa görecek güneşin nerede doğmaya başladığını artık. Kâbustan kurtulmaya çalışırsa duvara çarpan ilk o olacak. Zira ‘parti zamanı’ bitti ey uyuşukluk içinde rahat yaşamayı kural edinmiş şaşkın ördeğim benim…
ABD’de 100 milyon insan –evet yüz milyon- açlık sınırında var olmaya çalışırken, Avrupa ülkeleri tek tek dökülmeye başlamışken, Bernard Henri Levi’nin tüm ihtişamı ve parlak retoriğiyle Batı kültürünün üstünlüğünü kanıtlamaya çalışması bile Champs Elysées’nin ışıklarının solmasını engelleyemezken, ‘bunga bunga’ hayatlar, ‘dolce vita’ yaşamlar bitiyor; duymadık demeyin lütfen.
Lakin diyalektik yasası işliyor. Bir başka bölgede rönesans yerleşiyor hayata. İçildikten sonra kanalizasyona gidecek bir şişe Chateau Lafite –Rothschild’in Hong Kong’da tam dört bin dolara kuyrukta alıcısı olan bir başka pembe rüyalı dönem başlıyor, doğuda. Çinli ve Brezilyalı bankerler Avrupa ülkelerine borç para verip vermemeyi düşünüyorlar on kere. Muhtemelen bir dönem sonra vermemeyi uygun görecekler. Yatırımlarını güneşin asıl doğduğu yerlere aktaracaklar. Güneşin battığı yeri ise loş ve gittikçe karanlık hayatlar bekleyecek. Bunu durduracak tek şey, haftalık çalışma saatlerini pembe hayatlar uğruna habire düşürmeye çalışan Batılının kendine gelmesi ve aynanın karşısında kendisine okkalı bir tokat atması.
Veya, sağ kolu kırılan bir piyanistin, Ravel’in konçertosunu sadece sol elle çalmaya kilitlenmesi misali bir yeni ruh halinin arz-ı endam etmesi.
Ama, ufukta öyle bir gemi görülmeyecek muhtemelen tarihin bu sürecinde…
Shanghai’daki büyük dinamizmi, insanlardaki çalışma ve ilerleme azmini ve zengin olma ihtirasını gördükten sonra Talmud’un “dünyanın sonunu sarı benizliler getirecek” öngörüsünü olumlu yönde yorumlamaya çalışmak lazım.
Çin’in bu en büyük ikinci şehri muazzam gökdelenleri, devasa iş merkezleri ve renkli alışveriş kompleksleri ile New York’a nazire yaparcasına süratle büyümeye devam ediyor.
Yeni nesil üniversite mezunlarının hepsi İngilizceyi bülbül gibi konuşurken, anglosakson takma adlarıyla oyunu kurallarıyla oynayıp Batı ile ilişkiye geçerek onların önünde olmak için gece gündüz ter döküyorlar.
Mao’nun kültür devriminin yarattığı tek tip düşünen ve giyinen Çinliler giderek renklenirken Çin, siyaset ve ekonomi bilimine yeni ufuklar yaratıyor. Komünist Partisi’nin tam 80 milyon üyesi, aralarında çoğu yurt dışında parlak eğitim almış olanlarını yerel ve merkezi yönetimlere seçerken yüz milyonlarca kişiye ekonomik liberalizmin kapılarını ardına kadar açıyor. İsteyen dilediği ekonomik faaliyete teşebbüs edip başarılı hatta çok başarılı sonuçlar alıyor. Yılda yüzde 9,5-10 büyüme oranıyla 2016’da Amerikan rüyasını ikinci plana itecekleri güne odaklanıyorlar.
Starbucks ve McDonald’s gibi Amerikan tüketim modellerine de alkışlarla ‘hoş geldin’ derken, makyajlı ve güzel giyimli Mollyler veya Suziler ile siyah kostüm ve kravatlı Nickler veya Johnlar takma isimleriyle güneşin doğduğunu bildiğimiz Batı’yı tatlı sert bir modelle alaşağı ediyorlar.
Belki bu gidişatı durduracak tek dinamik, siyaseten büyük bir kontrol mekanizması altında ifade özgürlüğünden yoksun yeni neslin bunu yok etmek için girişeceği mücadele olacak. Eğer bu zor eşiği de geçerlerse takma isimli çekik gözlüler 21. yüzyılın tartışmasız en çok parlayan yıldızı olacaklar.
Parti yapma sırası onlarda olacak.
Zira güneş artık Doğu’dan yükselecek.
Batı ise, tek elle piyano çalmayı öğrenemediği müddetçe makus talihine küsecek.
‘La Vie en Rose’ ise kulaklarda hoş bir seda olarak sonsuzlukta yankılanacak.