Uzun bir rüya gördüm. Hava kararıyordu. Kalmamıştı hiç gücüm. Dizlerim titriyordu. Derken bir deve göründü ve önümde diz çöktü. Ömrümde deveye binmişliğim yok ama nasıl başardıysam, kendimi kilimlerle örtülü eğerin üzerinde buldum ve salına salına yol almaya başladık. Nasıl dayanacağım bu sallantıya diye düşünüyordum ki, birden havalandığımızı hissettim. Az sonra dünyanın büyük şehirlerinin üzerinde uçmaya başlamıştık. Gözlerimi kıstım ve aşağıya baktım. Bazı mağazaların önünde uzun uzun kuyruklar vardı. Atalarım deveye nasıl komut edildiğini bilirdi kuşkusuz. Onlarca yıllarını çölde deve sırtında geçirmemişler miydi? Belki dilimden anlar diye, konuşmayı denedim deveyle: “Biraz alçaktan uç da aşağıda neler oluyor bir bakalım.” Sağ olsun, üzmedi beni.
İçimi garip bir korku sarmıştı. Dünyada bizden uzak yöreleri vurduğu için pek umursamadığımız kıtlık ve açlık sorunu artık büyük şehirlere de yayılmıştı demek. Yoksa kadınlar karanlıkla niye sıraya girer beklerdi ki? Ailelerinin karnını doyurmaktan başka hangi büyük dert o zahmete değerdi? Kalbim acıdı taa derinden. Boş sofraları ve boş mideleri düşündüm. Yavru kuşlar gibi gagaları (pardon gül goncası ağızları) açık bekleyen bebeler geldi gözümün önüne. Gerçi siyah üniformalı tek tük erkek de vardı kuyrukta. İşi gücü bırakmış, karılarının yerine sıraya girmişler dedim ve gözlerim yaşardı.
Ben böyle üzülüp dururken deve dile geldi. Rüya işte. “Boşuna üzülüyorsun hanım!” dedi. “Bilmemkim for Bilmemne, bilmemhangi mağaza için bir koleksiyon çıkarmış, onun kuyruğu bu.” Afalladım. Kim, ne, neyin koleksiyonu? Hangi temel gıda maddesinin koleksiyonu yapılır ki? Yoksa... Yoksa olağanüstü bir kitaptan mı söz ediyor yoldaşım?
Birden ayaklarım hızla yere değdi, uyandım ve anında hatırladım. Meğerse çul çaputtan söz edermiş arkadaşım deve. Çul çaput dedim de... Paçavra toplayarak zengin olan adamlar vardı altmışlı, yetmişli yıllarda. Birinin çöpü, başkasının hazinesi işte. Lâf olsun diye söylemiyorum. Günümüzde çöp toplama ve ayrıştırma tesislerinde, dönüştürme ve geri kazanma bir yana, üst üste yığılmış çöp dağlarında oluşan gazlardan elektrik bile üretiliyor!
Konudan saptım yine. Dönelim Bilmemhangi mağazaya. Geçen sene de yapmıştı, bu sene de yaptı. Bilmemkim’in Bilmemne markası için hazırladığı koleksiyonu, dünyanın büyük şehirleri ile yine aynı anda İstanbul’umuzda da piyasaya sürdü (dünya lansmanı demeliydim galiba) ve insanları çul çaput uğruna, titreye titreye karanlıkta bekletmeyi başardı. Helâl olsun valla.
İstanbul’da değil ama diğer şehirlerde bayağı bir kargaşa yaşanmış. Kuyruklarda bekleyen hanımlar histeri işaretleri göstermeye başlamış. Nasıl oluyorsa? “İstiyorum, o elbise benim olmalı, benim, yalnızca benim!!!” Mağazalar dakikalar içinde talan edilmiş ve yetkililer, yol açtıkları karmaşa için özür dilemek zorunda kalmış. Bence özür dilemesi gereken mağaza yetkilileri değil ama neeeyse.
Peki İstanbul’da nasıl geçmiş bu zorlu sınav? Geçen sene renkli bilekliklerle avutulan hanımlar, bu yıl da kendilerine tanınan birkaç dakika içinde uslu uslu alışverişlerini yapıp, karga dövüşe mahal bırakmadan, mutlu mesut ayrılmışlar mağazadan. Satışa sunulan malların hepsi çabucak tükenivermiş. Ha bu arada, kör karanlıkta kuyruklarda bekleyen siyah üniformalılar, hanımların şoförleri ya da hizmetlileriymiş.
Bir sonraki Dar Açı yazımda çağdaş kölelikten söz edeceğim, sevgili okurlar. Aslında yazım hazır ve bu hafta için planlanmıştı ama köleliğin geldiği düzeyi anlamamız açısından, yukarıda anlattığım çok güncel olayı araya soktum.
Tora’nın “yapmayacaksın” şeklindeki, Vayikra Kitabı’nda yer alan 259. emri şöyle der (25:43): “Kölen üzerinde ezici işlerle hakimiyet kurma.” Kitabı Yahudi Kanunu (alaha) açısından açıklayan sifra’ya (bir tür midraş) göre yukarıdaki pasuk şu anlama gelir: “Hizmetkârına, gereksiz yere bir bardak suyu ısıtmasını bile söyleme.” En basit ifade ile angarya yükleme!
Ama pardon ya! Bilmemkim for Bilmemne’nin ürünleri gereksiz olabilir mi hiç? Bütün sözlerimi geri alıyorum. Gecenin kör karanlığında kuyruklara kendileri girenler de, hizmetlilerini kuyruklarda bekletenler de çok elzem bir iş yapmıştır. Hepsine en içten tebriklerimi sunuyorum. Ayrıca da teşekkür ediyorum. Geçen sene de yazıma malzeme oldular, bu sene de. Seneye de olacaklar, Aşem izin verirse.