Hatırlayacaksınız, daha önce çağdaş putperestliği yazmıştım, sevgili okurlar. Şimdi sıra çağdaş kölelikte.
Günümüzde kölelik, bir insanın başka bir insana ait olması anlamına gelir. Ancak her konuda ve her çağda bize yol gösterme yeteneği olan Tora’da sözü edilen köleliğin iki türü vardır. Birincisi ‘kalıcı kölelik’tir. Bu tabir, örneğin savaşta ele geçirilen ve köle olarak satılan kişileri kasteder. İkincisi ise ‘geçici kölelik’tir. Hırsızlık yaptığı için Bet-Din tarafından mahkûm edilerek köle olarak satılan erkekleri; ya da varını yoğunu yitirdiği ve hizmetkârlık yapmaktan başka çaresi kalmadığı için zengin birinin yanına sığınanları; veya babaları tarafından yoksulluk yüzünden satılan, daha ergenlik belirtileri göstermeyen kızları kapsar.
Buradan ne anladığımızı hemen açıklayalım: İbrani bir kadın, köle ya da cariye olarak satılamaz. Hırsızlık yaparken yakalansa bile. Ayrıca, yokluğa düşse bile kendini köle olarak satamaz. Köle olan İbrani kadınlar, sıkıntıya düşen babaları tarafından daha ergenliğe girmeden satılan küçük kızlardır.
Peki, Tora’nın kölelik konusunda neler yazdığına bir bakmak ister misiniz?
Devarim (15:12): “İbrani bir kardeşin ya da İbrani bir kız sana satıldığı takdirde, senin için altı yıl çalışacaktır ve yedinci yılda onu yanından özgürlüğe salıvermelisin.”
Hemen bir açıklama: Şabat’ın haftanın yedinci günü olması ve kutsal sayılması gibi, her altı yılı takip eden yedinci yıl da Şmita (Sabatik Yıl) ve Özgür Kalma Yılı ilân edilir. Aslında Şmita yıllarının hangileri olacağı önceden belirlenmiştir. Önümüzdeki Şmita, İbrani 5775 yılı, yani üç sene sonrasıdır. Ancak kölelik konusunda, satın alındığı yıl başlangıç kabul edilmek üzere, her bir kölenin kendine özel bir yedinci yılı vardır.
Devam edelim. Devarim (15:13-15): “Yanından özgürlüğe salıverdiğinde de onu boş elle gönderme. Onu davarından, harman yerinden ve pres teknesinden hediyelerle cömertçe donat; Tanrın Aşem’in seni mübarek kıldığı ölçüde var ona. Mısır ülkesinde köle olduğunu ve Tanrın Aşem’in seni oradan özgür kıldığını hatırla. Sana bugün bu sözü bu yüzden emrediyorum.”
Köle çalıştırabilen bir kişinin, büyük ihtimalle malı mülkü, tarlası, sürüleri, bağları, zeytinlikleri vardır. Yukarıdaki dizede geçen ‘pres teknesi’, üzümün ezildiği ya da zeytinin yağının çıkarıldığı aleti kastetmektedir. Geçimimizi sağlayanın ve sahip olduklarımızı bize bahşedenin Yüce Tanrı olduğunu, bizim bu varlıkların sadece emanetçisi olduğumuzu biliyoruz, öyle değil mi? Dolayısıyla, kölesini özgür bırakan kişinin “Tanrın Aşem’in seni mübarek kıldığı ölçüde ver” diye uyarılması gayet doğaldır.
Peki, Tora özgür bıraktığın kölene niye para ver demiyor? Düşünelim... Davar ürer ve çoğalır. Tarla, harman yapsanız da, ektiğiniz her ne ise, yeniden biter. Peki para? Paranın çoğalma imkânı var mıdır? Yastık altında iken hayır. Ee, bankacılık sistemi de yok. Sonuçta kölene vereceğin, üreyebilen ya da çoğalabilen bir şey olmalı ki, geçimini sağlayabilsin. Buradan da şu sonuç çıkıyor: Davar (ya da genel anlamda hayvan) derken, üreme yeteneği bulunmayan katır hariç tutuluyor. Nasıl? Harika, değil mi?
Bir de pasuk’taki “cömertçe donat” ifadesine dikkat çekmek istiyorum, sevgili okurlar. Rabilerimize göre, verilecek hediyeler dışarıdan bakan herkesin kolayca fark edeceği türden olmalıdır. Amaç hem efendinin, hem de kölenin itibarını korumaktır. Köle serbest kaldıktan bir süre sonra zenginleşirse, insanlar bunun nedenini kolayca anlamalıdır. Atamız Yaakov, kayınpederi Lavan’ın yanında köle sayılırdı. Ancak güttüğü sürünün içindeki benekli koyunları alma konusunda Lavan ile yaptığı anlaşma, zamanla zenginleşmesini sağladı.
Kölelikle ilgili tüm emirleri (Devarim’in yanı sıra, Şemot ve Vayikra Kitapları’nda olanları da var) yazamadım çünkü yerim elvermiyor ama konuya girmemiz açısından bu kadarı yeterli. Ancak anlaşılan şu ki, kölelik konusunu çok daha derinlemesine, ‘Tora’nın Yolunda’ köşemde ele almam gerekecek.
Eski çağlarda kölelik, insanın başına mecburiyetten gelen bir durumdu. Ancak günümüzde yoksunluk ya da yoksulluk değil bizleri köle olmaya iten. Açıklanması zor bir ihtiyaç içindeyiz: Mensup ya da ait olma ihtiyacı. Neye, kime? Bir klana, bir sınıfa, bir kulübe, bir gruba. Belli bir marka giyenler kulübü. O marka eşyaları belli bir şekilde sergileyenler klanı. Belli bir yerde ikamet edenler, tatillerini belli birtakım yerlerde geçirenler grubu. Geliri yetmiyorsa bile, borç alarak belli bir hayat standardı varmış gibi hareket edenler sınıfı.
Milâttan önce 1. yüzyılda yaşamış olan Romalı şair Ovidius “Görmeye geliyorlar. Görülmek için geliyorlar” diye yazmış. Ne değişti 2100 yılda? Hâlâ belli birtakım yerlerde, belli birtakım kılıklarda boy gösterebilmek için nelerden fedakârlık ediyoruz? Bu kölelik değil de ne nedir, söyleyin bana, ne olur! Niye kendimiz olamıyoruz? Kendimiz olmaya çalıştığımızda neden toplum dışına itiliyoruz? Neden azınlık içinde azınlık damgası yiyoruz?
Belki yazımın başlığını “Azınlık içinde azınlık olmak” koymalıydım. Seçim sizin, sevgili okurlar. Hangi başlığı daha çok sevdiyseniz, onu kullanın.
Yargı günü bize “neden filanca kişi gibi olamadın” değil, “neden senin için amaçladığım seviyeye ulaşamadın?” sorusu sorulacak. O bakımdan, ne olursak olalım, kendimiz olalım.