Hani, yani, bir gün, birisine beddua edecekseniz, tropikal fırtınaların yoğun olduğu bir dönemde, “Sao Paolo’dan Salvador de Bahia’ya uçasın emi” deyiniz… Değişiklik yine uçaktayız. Habire Portekizce anons. Anlayan beri gelsin. İngilizcesini bekliyoruz ümitsizce. (Gözünü sevdiğim THY, Türkçe, İngilizce ve Portekizce anons yapıyor medeniyet başka şey canim…) Ancak hosteslerin servisi yarım bırakıp, koşarak yerlerine gitmesinden anlıyoruz ki durumlar na-hoş. Soruyoruz hosteslere; “normal sör”, sallantı devam ediyor… Bu defa eşim soruyor; “no problem madam”. O zaman bu sallantı, gacırtı, gacır gucurdu ne? Hostesler her daim gülümsüyor… Ah ne sempatikler! Pencereden bakıyorum; aşağısı alabildiğine lacivert... Allahtan can yelekleri koltuğumuzun altında; rahatlıyorum…
Salvador de Bahia; zamanın durduğu yer. Arnavut kaldırımı taşları döşenmiş, kargacık burgacık ve de her daim daracık sokaklar, bu sokaklarda zaman zaman geçen Latin müzik gurupları, tatlı, yumuşak pastel rengârenk evler, Portekiz kolonisi olduğu dönemlerden kalma ilk başkent unvanı, dönemin izlerini korumayı başarmış görülesi bir doku, muhteşem bir sahil şeridi, nüfusun yüzde 80’ini oluşturan siyah tenli insanlar, fakirlik ama çoook fakirliğin kol gezdiği bir yaşam, tarihi kiliseler, lokantalar, suvenir ‘şop’lar… Şehir 1985 yılında UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine girmeye hak kazandıktan sonra tepeden tırnağa yenilenmeye başlamış; tüm binalar elden geçirilmiş, tamir edilmiş, boyanmış… Hatta bazı binalar zamanındaki bakımsızlıktan o kadar harabe duruma gelmişler ki; çelik kolonlar ile sadece ön cephe duvarları ayakta tutulabilmiş ve bunlar bile bu kültürel miras çerçevesinde ele alınıp, tamir edilip, restorasyona tabii tutulmuşlar… Biz oradayken de gelecek nesillerin bizlere emanet bıraktığı bu şehrin çok yol katletmiş ama bitmek tükenmek bilmeyen restorasyonu halen devam etmekteydi. Hiç kafa yok bunlarda; bizde olacaktı bu, vuracaktın greyderi bu eski püskü harabelerin üzerine, kuruverecektin en gökdeleninden birkaç AVM… Bi kentsel dönüşüm projesi… Birkaç zırtapoz sitesi… Üç beş rejidanz…Bak ne fakirlik kalırdı, ne işsizlik. Kafa yok bu adamlarda; sonuçta “Vermeyince Mabut Neylesin Sultan Mahmut” Neymiş? Kültürel mirasmış! Ohoooo bizde Tarlabaşı’nda dolu var gelsinler, sevabına verelim…
Bahia’ya geldiğimiz zaman ilk etapta havaalanından otelimize giderken ve sonraki günlerde defalarda geçtiğimiz yollarda ‘zenginlik’ ve ‘çok fakirliğin’ yan yana ve hatta çoğu zaman da iç içe olduğunu gördük. Mahalleler çoğu zaman birbirine çok yakın, kimi zaman ortadan geçen bir yol ile ayrılmış, halk barışık, birbiri içinde yaşıyor. Aralarında ‘şimdilik’ sorun yok. İnsanlar sevecen, cana yakın. Ama Brezilya’nın genelinde olduğu gibi rehberimiz tarafından uyarılıyoruz; “Kıymetli saat, takı takmayın, yanınızda sınırlı para bulundurun, kıymetli eşyalarınızın kaş ile göz arasında, siz anlamadan ‘buharlaşacağını’ bilin. Bir olayın içinde bulunursanız ‘istediğini’ verin, karşı koymayın… Karanlık ve tenha sokaklara girmeyin; kısacası tatsızlığa davetiye çıkartmazsanız hiçbir olayla karsılaşmasınız” filan falan… Yerel rehberlerimizin yol göstericiliği sayesinde baştan sona güzel seyahati başımıza an ufak bir tatsızlık gelmeden bitirdik…
Otelimiz ‘lokura’, eski bir manastır. Restore edilen şehrin ta göbeğinde, tüm güzellikleri ile korunmuş güzel bir bina. Odalar iki katlı; tahta merdiven, tahta zemin. Her manastırda olduğu gibi binanın ortasında çok da büyük olmayan bir avlu, dolanmaktan hiç girmeye fırsat bulamadığımız yüzme havuzu, etrafı tropik ağaçlarla çevrili… Her şeyden önemlisi ‘kahvaltıları’ güzel. Size ufak bir not; Brezilya’da porsiyonlar gerçekten büyük, sipariş verirken bunu dikkate alın. Bir başka güzellik, damak zevki de bizimkine çok uygun. Çok özel, seçici bir yemek zevkiniz yok ise, alışageldiğiniz pek çok lezzeti orada bulmak mümkün. Hazır konu yemekten açılmışken bilin bakalım akşam yemeğine nereye gittik? “Churrascaria” desem? Şişe geçirilmiş et ile ilgili bir çeşit işkence desem? Yooo şaka değil. Gerçek ama şaka gibi… Peki, yedik mi? Ayıpsınız… Hiç yemez olur muyuz?
Ertesi gün akşam karanlığında vardığımız Bahia’yı gündüz gözü ile dolanmaya başladık. Anlatmakla olmaz, gidip görmek gerek. Ama gazetemizin bir promosyonu olarak size bir kıyak yapabilirim. Hiçbir kupon biriktirmeden Gugıl’ı tıklayın. İlk duyduğumdan beri sözlerini hiç dikkat etmediğim ancak ritmik yapısından dolayı dinlemekten keyif aldığım “dedo-rili-kerebat-tas” seklinde nakaratına bağıra çağıra eşlik ettiğim şarkının ikinci versiyon klipi burada çekilmiş. Sonradan rahmetli ‘Maykıl Ceksin’a ait olduğunu öğrendiğim (Müzik ile pek aram yoktur yadırgamayın piliiiz. Kim söylemiş? Ne demiş? Beni bağlamaz! Hoşuma gider dinlerim.) Sonradan Oksford’u bitirdikten sonra aslında “they don’t really care about us” dediğini öğrendim. Azcık bilgi vereyim size; üzerinde mavi hapishane üniforması ile bir hapishanede mahkûmlarla beraber kelepçeli şekilde pek çok sert göndermeler, ‘şiddet içerikli görüntüler barındırdığı için’ yayından kaldırılmış. Şarkıdaki ‘sert içerikli göndermeler’ için bu sözlerle genel olarak ırkçılığı ve ırk bazlı nefretini kınamaya çalıştığını söylemiş. İlk klipi yasaklanınca Maykil ‘koton hends in yor poket’ diyerek yeni bir bütçe ile Janerio’da favelalarda* (*Gelecek bölümlerde ne olduğunu anlatacağım. İpucu; yemek değil) ve eş zamanlı olarak Salvador de Bahia’da yeni bir klip çekerek ikinci versiyonu devreye sokmuş. Bu klipte şiddet sahneleri yerine bir ‘Maykil klasiği’ olan ‘eller fermuar üzerinde’ figürleri ön plana çıkmış… Seyretmek isteyenler; Gugil’a ‘care about us’ yazın her iki versiyon da orada… Benden bu kadar… Bu kliplerde taş sokaklar, pastel renkli evler Bahia’da, dar yüksek basamaklarda ve tuğla görünümlü bakımsız evlerin olduğu bölümler de Rio’da çekilmiş. Nasıl gitmiş kadar oldunuz değil mi? Yine yerimiz bitti L
Bir daha ki yazıda, Brezilya’da para nerede saklanır? ‘Don mone’ nedir? Brezilya-Türkiye arası çöpçatanlık, ‘kirli ‘su olarak anılan bir yer nasıl dünyanın en ünlü plajı olur… Hepsi ve çok daha fazlasını bulacaksınız… Azzzz sonra…
O zamana kadar merak edip özleyin ve unutmayın hep, sevgiyle kalın…