Eveet sonunda İguazu’ya vardık. Hemen konuya girelim sonra yer bitiyor; İguazu Bölgesi ‘neyşınıl park’ haline getirilmiş. Önceleri devlet tarafından işletilen park daha sonra özelleştirilmiş ve siz bakın şu tesadüfe ki yerel belediye başkanı işletiyormuş bu parkı. Yılda sadece(!) 1 milyon turist bu muhteşem yeri görmeye geliyor. Park girişinde ödenmesi gereken bir ‘giriş’ ücreti var. Park sınırları içerisinde her şey çok temiz, çok düzenli, çok yeşil ve çok bakımlı. İşletmecisi hakkını veriyor yani… Yine parkın içinde tabiatı korumak adına ciddiyetle uyulan hız limitleri var. Parka girerken yapılan istatistiklerin bir neticesi olarak bugüne kadar 175 ülkeden ziyaretçiyi misafir etmişler. Parkın içerisinde bir tek otel var. Mümkün olduğu kadar tabiat dokusu bozulmamasına gayret edilmiş, 2 katlı, yayvan, çok şık bir otel… Tur şirketimiz sağ olsun, bizler bu otelde kalıyoruz. Eğer otelde kalmayıp dışarıdan otobüsler ile gelirseniz saat 17.00’de parkı terk etmek zorundasınız. Bunun basit bir nedeni var: parkın içinde bol miktarda jaguar ve puma doğal ortamlarında ‘serbest’ dolaşıyorlar. Ama bu bir sorun değil çünkü bunlar gece avlanan hayvanlar, gündüz ‘siesta’ yapıyorlar. Ama ne zaman ki güneş batar ve onlar “its diner taym” derler; eğer bu şirin kediciklerin menüsünün bir parçası olmak istemiyorsanız bazı kurallara uymakta ‘fayda’ var. Hava karardıktan sonra öööle tek başınıza, “ben otelin çevresindeki ormanda bir yürüyüşe çıkayım” gibi, şöyle “bir ay mehtabını seyretmeye şelalenin yakınına gideyim” gibi, tehlikeli fikirleri aklınızdan bile geçirmeyin. Hele hele tek başınıza iseniz, ağaçlıklı bölgenin yanına bile yaklaşmayın.
Ne güzel bir yerde konaklıyoruz. Bilmem neden ama aklıma geldi, odanım penceresinden bakmak. İkinci kattayız ama pencerenin önünde bir ağaç var, kalınca bir dalı bizim pencereye doğru bir köprü kurmuş. Hani diyorum ki “gece vakti bir kedicik acaba…?” diyorum. “Yok, caniiim boşuna tedirgin olmayalım, çünkü rehberimiz dedi ki, mutfakta pişen yemeklerin kokusu çok cezbedici geliyormuş bu hayvanlara, ondan dolayı etrafta pek çok jaguar ve puma görünüyormuş ama ‘pek’ vukuat olmamış bugüne kadar, diye yüreğimize su serpti, ama yine de dikkatli olaymışız. Bak bu laf buraya ‘cuk’ oturur: HAKUNA MATATA, peki bitti mi? Hayır bitmedi; jaguarlar ile pumaların yetmiyormuş gibi, yanında bir de ücrete dahil ‘timsah’ veriyorlarmış. Nehirde, bu yöreye özgü küçük timsahların olması, yapacağımız Zodyak Safarisi için yüreğimize sular serpti (bu bölgesel sudan bol ne var zaten?) Bir kere daha HAKUNA MATATA. Bu kadar bol suyun olduğu bir bölgede, şelale efekti ile oluşan nem oldukça yüksek seviyede. Nemin yüksek olması da var olan sıcağın, daha bi güzel hissedilmesine sebep oluyor. Şanslıyız ki şelale bölgesindeki yoğun su zerrecikleri yağmuru, sizleri hoş bir serinliğe kavuşturuyor. Ama ne olursa olsun burada olmaya ‘değer’, inanın her şeye ‘değer’.
İguazu, yüzyıllar öncesindeki volkanik patlamaların sonucunda oluşmuş bir şelale Brezilya’nın devasa büyüklükteki yağmur ormanlarının içerisinde, bugün, 21. yüzyılda halen el değmemiş, keşfedilmemiş topraklar varmış. Bu yağmur ormanlarında rivayete göre, medeniyetle temas etmemiş insan toplulukları bile varmış.
Azcık ceografik bilgi: İguazu, 275 şelale ile dünyada en fazla sayıda şelaleyi bir arada barındıran şelale unvanını elinde bulunduruyor. 75 m yükseklikten iki set halinde şelaleler dizisinden oluşuyor ve Brezilya, Arjantin ve Paraguay sınırları içerisinde bulunuyor. İspanyolca “Cataratas del İguazu” olarak adlandırılıyor ve yerel dilde “İguazu” büyük su manasına geliyor. Nehrin toplam uzunluğu 1320 km. Şelalenin hiç bitmek tükenmek bilmeyen inanılmaz miktardaki suyunun (kurak dönemde saatte 1700 m3, yağmur döneminde 7000 m3) kaynağı bu inanılmaz güçlü nehir. (Aslında iki farklı nehrin birleşmesi ile oluşmuş ama bu fazla okul bilgisi olduğundan anlatmıyorum ) Niagara’yı görmedim ancak kulağıma gelen, Niagara’nın , İguazu yanında sönük ve cılız kaldığı… Anlayacağınız öyle böyle değil; muhteşem bir yer.
Şelale ile ilgili pek çok turistik atraksiyon var, biz oraya verdiğimiz gün tesadüfün böylesi “dolunay” vardı. Böyle özel günlerde ‘mun volk’ var. Peki özelliği ne bu ‘mun volk’un. Siz hiç mehtapla aydınlatılmış gecenin kör karanlığında ‘alaimisema’ gördünüz mü? Ben gördüm, hem de net, kocaman ve tastamam. (Bu kelimenin ne demek olduğunu bilmeyen ‘pikaçu’ nesli için açıklayayım, bulmacalarda da çıkar; eski dilde ‘gökkuşağı’… İşte böyle de cömertçe bilgilendiriyoruz okurlarımızı) Gecenin 11’inde otelin lobisinde yaklaşık 100 kişi kadar toplaştık, bize dediler ki endişe edilecek bir durum yok, ellerinizde fenerler olacak, birbirinizden ayrılmayın, zaten yanınızda da korumalar olacak. ‘Koruma’lar deyince benim aklıma silahlı, kamuflajlı Rambo-lar (birden fazla ) geldi. İçim rahat, yürüyüş saati gelince bizim takım birbirine dirsek temas mesafesinden daha fazla uzaklaşmadan (puma ve jaguarlar yalnızlara saldırırmış diye öğrendik ya, onun için tedbirliyiz ) yürüyoruz, 3- 4 kişiye bir tane kıytırık fener, (buna da şükür) bir de koruma namına ‘tıfıl bir resepsiyon görevlisi’ bizi “HAKUNA MATATA” da kurtaramaz. Peki, silahı var mı? Valla kayıt yapmak için kullandığı kalemden başka bir şey yok, hani derler ye “kalem kılıçtan keskindir “ ona güveniyor sanırsam.
Neyse çaktırmayalım, onca kişi gidiyor bir akılı biz miyiz geri döneceğiz? “Sürüden ayrılanı puma kapar” hesabı ne birbirimizden ayrılıyoruz, ne de ana guruptan, patika bir yoldan yürüyoruz, tıfıl delikanlı, bu işi defalarca yapmış dağ keçisi misali çıkıyor yokuşları. Ben? “Hayda bre pehlivan” eski sporculardan kim kalmış? Diyeceğim, ama bes-belli ki “ben” kalmamışım. Oflaya puflaya yetişiyorum guruba geriden, geriden, ne de olsa jaguar filan var, yoksa çoktaaan oturacağım bir ağacın dibine de… Lakin karizma çizilecek soooona!!!
Neyse öyle böyle derken vardık birinci seyir terasına… Oh ‘may god… vat e byutiful dey tu pley kriket.’ O ne muhteşem, o ne harikulade-i şahane, o ne muzzzaam görüntü. Milyonlarca metreküp su, serpintinin havaya yaydığı o muhteşem serinlik, eşi benzeri olmayan bir ‘çağlama’ sesi… Bence yine kapatın gözlerinizi ve hayal edin; karşı kıyı Arjantin… Bir yanda zifiri karanlık, diğer yanda ay ışığının vurduğu suyun dökülürken aldığı, donuk buz beyazı o muhteşem çağlayan… Gökyüzünün gece yarısı koyu lacivert fonu üzerinde kocaman, tastamam ve net bir gökkuşağı… Arkada yıldızlar “twinkıl twinkıl litıl star” vaziyetinde… Romantizm zirvede… Yanımda tedirginliğin son aşamasında, ürkek gözler ile her köşede jaguar arayan, her duyduğu sesi kükremeye, kıpırdayan her yaprağı atlamaya hazır bir pumaya benzeten huzur ve huşuu içindeki sevgili, biricik ve sebep-i hayatım; yaşam kaynağım eşimin “hadi dönelim artık” serzenişleri... (Ben hatırlatayım da uyuya kalmayın; açın gözlerinizi) bak işte sizler de gördünüz yer bize ayrılan yer bu kadar, hâlbuki daha anlatılacak çoook şey var… Beni özleyin anacığım veeeeee; bir dahaki görüşmemize kadar hep sevgiyle kalın...