Ebedi kardeşliğin vatanını kurmak

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
28 Eylül 2011 Çarşamba

Bu akşam bayram. Yahudi inancına göre dünyanın kuruluşunu simgeleyen ‘Roş Aşana’ bayramı. Yeni Yıl.

Simgesel de olsa 5771 yıl önce bugün, dünyada yalnızca Adem babamız ile Havva annemiz vardı diye düşünsek ve kendimizi bu düşüncenin dalgalarına bırakıversek diyorum…

Koskoca dünyada yalnızca ‘iki kişi’.

510 küsur milyon kilometrekarede sadece iki kişi.

Adam başı 255 küsur milyon kilometrekare. Dünya yüzeyinin yüzde 71’i su ile kaplı. Hadi onları çıkaralım. Adam başı net net 70 milyon kilometrekare. Voooww!..

Dolaşmaya ömür yetmez.

Uçak yok. Helikopter yok. Sürat teknesi, jet-ski yok. Hızlı tren yok, yavaşı, buharlısı falan da yok. Otomobil, tramvay, otobüs, troleybüs, bisiklet, motorsiklet yok… Tekerlek bile icat edilmemiş olduğuna göre at arabası bile yok. İşin kötüsü minder de yok… Çıplak ‘orana’ güvenip eşeğin sırtına bindin bindin. Binemedin tek çare yine çıplak ayakla tabana kuvvet. Seçim senin.

Kaldı ki cennet bahçesi gibi tüm güzelliklerin toplandığı bir yerde ‘gönlünce’ yaşayacağın boyutta bir yerin olsa… Yetmez mi?

Gönlünce?!.

Gelelim bugüne.

Dünya nüfusu yedi milyar. Hesaplayalım. 70 milyon bölü 7 milyar eşittir 0,01 km2. Yani kelle başına net net 10.000 metrekare. On dönüm!..

Yetmiyor!..

Sınırlar çizdik. Bizim olanı böldük. Senin olan benim, benim olan senin oluverdi her şey ‘bizim’ iken. Yetmedi kaleler yaptık. Yetmedi duvarlar, surlar ördük. Yetmedi bizi birbirimizden ayıran pasaportlar icat ettik. Yetmedi bostandan karpuz seçer gibi onları da vizeye bağladık.. Yine de yetmiyor… Yetmiyor… Yetmiyor…

Dünyamızın bir tarafı değilse, bir diğer tarafı hep kaynıyor… Birimiz gülerken bir diğerimiz ağlıyor. Barış içinde yaşamak varken sürekli savaşıyoruz. Tarihten ders alarak bugüne kadar yapılan hataların din, dil, ırk farkı gözetmeden yaralarını sarmak, kardeşliği, insanlığı yüceltmek varken, aynı hataları defalarca ve defalarca ve de bile bile tekrarlamaktan hiç sakınmıyor, yenilerini yaratmakta yarışıyoruz.

Paylaşmayı beceremiyoruz.

Birbirimizden uzaklaşıyor, kabuklarımıza kapanıyoruz.

Şu ‘gönlünce’ lafı var ya!... İşte bütün sorun burada!..

Ünlü Hint edebiyatçısı Rabindranath Tagore bu konu hakkında düşüncelerini şöyle dile getirir:

Yıldızlar ateşböceği olmaktan korkmazlar. Ne güzel bir laf Tanrım.! Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.

Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.

İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize? Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?

Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak, ne çıkar ateşböceği sansalar beni? Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup, bir kuş gibi uçacağım özgürce. Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki. Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.

Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi.

Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi.”

Bu akşam bayram…

Diğer inanışların aksine Yahudiler partiler düzenleyerek, çılgınca eğlenerek girmezler yeni yıla… Yeni yılın ilk günü, Yom Kipur’a kadar olan ‘Yamim Norayim’ olarak anılan on kutsal günün de ilk günüdür. Her Yahudi, Roş Aşana’dan başlayarak Yom Kipur’a kadar kendi ile hesaplaşarak yıl boyunca işlediği günahların muhasebesini yapar. Yom Kipur gecesi de bağışlayıcı ve şefkatli olduğuna inandığı Tanrı’sının huzuruna çıkar… Gece ve ertesi gün boyunca günahlarını kendi ağzı ile itiraf eder ve onların affı için Tanrı’ya yakarır. Yom Kipur’un son ‘Neila’ bölümünde ise, günahlarından arınmış olmanın inancı ile huşu içinde Tanrılarına yakın durarak yeni yılda kendileri, aileleri, yakınları, tüm dünya insanları ve ülkeleri için yüreklerinden taşan dileklerinin kabulü için hep birlikte dua ederler.

Tüm dünya insanları ve ülkeleri için yakarmak! Bu tümce Norman Cousins’in Hendrik Willem Van Loon’un ‘The Liberation of Mankind’ (İnsanlığın Kurtuluşu) adlı kitabının öndeyiş öncesine yazdığı kısa yakarışı anımsattı.

“Ey Ulu Tanrı!

Ey bütün milletlerin ve bütün insanların Tanrısı...

Dimağlarımızı ve kalplerimizi aç ki bize dünyada, biricik ırkın yaşayanların ırkı olduğunu söyleyen hakikati anlayabilelim.

Bize ilahi yardımını esirgeme ki bütün memleketlerin ve bütün renklerin insanlarını soyluluk ve saygınlık çerçevesi içinde birleştirebilelim.

Bize yardım et ki dünyadaki bu hayatımızda bütün zamanlarımızı çalışma, barış ve terakki uğruna sarf edebilelim.

Bize öyle bir anlayış ver ki iyiyi kötüden ayırabilelim ve o kuvvet ve cesareti ver ki iyiyi kuvvetlendirip, kötüyü mahvedebilelim.

Bize öyle bir sağgörü ihsan eyle ki bir insan olarak cehalet yerine bilginin, yalan yerine doğrunun, korku yerine ümidin beslediği ortak bir inancın vakar ve gerçekliğini öğrenebilelim.

Ey Ulu Tanrı, bize üzerinde yaşadığımız dünyanın müşterek bir toprak olduğunu söyleyebilecek o yüksek zekâdan ver ve bu toprak üzerinde ‘ebedi hürriyetin bir vatanını kurmak’ için bize niyet ve görüş birliği ihsan eyle!..”

Barış ve kardeşliğin tüm dünyaya hakim olması dileklerimle hepinize iyi bayramlar!