David Ojalvo
Çocukluğuma dönüyorum onu düşündüğümde. Mavi gözleri anıların bir yerine gömülmüş, derinlerinden sıcak, sımsıcak duygularla varıyor bugüne. Algı güzelleşiyor.
Ne anlatıyordu o mavi gözler, o dik duruş, o sevgi dolu bakışlar?
Özel, çok özel bir güveni telkin ediyordu, değil mi?
Büyüyeceğini, gelişeceğini, okuyacağını, bir yerlere varacağını. Günün birinde yetişkinler gibi sohbet edeceğinizi belki de…
***
“Zaman hızla akıyor” sıkça söylendiği gibi.
Gençliğimle beraber, sanki her yıl bir öncekinden daha çabuk geçiyor.
2011’in son çeyreğine yaklaşırken, gerilere bakıyorum.
Bar-mitsvalardan, düğünlerden, Pesah sederlerindeki karşılaşmalardan 2008’e varıyorum.
“Bir Pazar öğleden sonra seni ziyarete gelsem, sohbet etsek, geçmişten, hayattan, bugünden konuşsak” diyorum.
Şaşırıyorsun belki de. “Ne anlatacağım” diye soruyorsun kendine.
Göztepe’de, evinin salonunda oturuyoruz karşı karşıya. Sadece evin duruşu, eşyaları değil, sokaktaki ağaçlar bile anlatıyor bir huzurun varlığını. Öyle hissediyorum.
Hiç tanımadığım dedemden söz açıyorsun, Tekirdağ’dan, İzmir’den, yolculuklardan, dostluklardan…
Fıstık, likör ikram ediyorsun. Sohbet koyulaşıyor.
Bir zamanlar babamın da senle sohbete geldiğini aktardığında, yüzüm ayrı bir aydınlanıyor olmalı.
Satır aralarında, kimi dostlarının seni neden “efsane” gördüklerini ben de görüyorum.
Efsanesin.
Sonra ılık bir Mayıs günü İstanbul’dan ayrılıyorum zorunlu hizmete.
Bakışların aynı; mavi gözlerindeki zenginlik çoğalmış.
Yeniden döndüğümde şehre, akrabamdan öte, yoldaşım oluyorsun.
***
Şimdi yeniden İstanbul’dan ayrılmanın öncesindeyim.
Hayat tecrübene sığınıyorum.
Tüketime, insanların bencilliğine, teknolojinin yalnızlaştırıcı etkisine, 2000’lilere kafa yorarken; akıp giden zamanda tedirgin olmamam gerektiğini öğretiyorsun bana.
İnsanlığa ve yaşama dair inandığım temel değerler güçleniyor böylece.
Umutlarım kanat çırpmaya devam edebiliyor.
***
Değerli Okurlar,
1 Ekim itibariyle askere gidiyorum. Bu nedenle yazılarıma bir yıl kadar ara veriyorum. Bu çerçevede son yazım ise, ailemdeki “mavi gözlü kahraman”a armağanımdır.
Güçlü gönül bağları yaratmak, her yaşamdaki değeri görebilmek, sahiplenmek bizleri zenginleştirmiyor mu sonuçta?...
Bazen kahramanları uzaklarda, özel bir şekilde aramaya hiç gerek yoktur. O içimizdedir, ailemizdedir, yanı başımızdadır.
Açık yazmalı; dede sevgisini neredeyse hiç tatmadım, büyükanne sevgisini on bir yaşımda yitirdim. Ama inandım. Yaşa değil, on yılları deviren tecrübelerin, birikimlerin gücüne. Orada enerjiyi de gördüm. Yaşama bağlılığın, yaşam sevgisinin enerjisini. Dolayısıyla sayıların zannedildiği gibi bir karşılığı yok. Çoğalabilirsiniz, taşabilirsiniz. Size öğretilen tüm kalıpların dışına çıkabilirsiniz. Aştıklarınızın ötesinde, anlatma kaygısı da çok daha özel oluyor.
Bu yazının kahramanı, ona dair bir metnin kaleme alınmasını istemedi. Oysa amacım, bir parça da her okura, kendi hayatlarındaki “mavi gözleri” hatırlatmaktı. Bu sıcaklığı herkesin hissetmesi, öyle temel bir insani değer, ihtiyaç ki aslında…
***
Son soruyu kendime yöneltiyorum:
“Günün birinde ben de bir çift mavi göz olabilir miyim?”
Artık kalbim sıcak, kanım sıcak.
Sevgiyle kalınız.