Hakuna Matata

 

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
28 Eylül 2011 Çarşamba

Unutulmaz Dizney yapımı Aslan Kral’ın ‘Hakuna Matata’ şarkısını bilmeyeniniz yoktur. Varsa derhal ‘Gugıl’a girip şarkının adını yazın ve dinleyin. Koskoca ‘Sör Elton John’ bestelemiş. Şimdi diyeceksiniz; “İyi güzel de, napalım?” Bir şey yapmayacaksınız. Zihnimde unutulmaya yüz tutmuş bu kelimenin çizgi film sloganından öteye geçerek gerçek hayatta da sık sık kullanıldığı Kenya’dan bahsedeceğim bu defa. Kısacası geçen bayram bir kısım klan üyeleriyle uzuuun yıllardır hayalini kurduğum Kenya, Nairobi, Masai Mara’ya gittik. Bazı arkadaşların “Ne işim var orada?”, bir fili (kibarca) arkasından görmek için onca yol gidilir miymiş, ‘Neyşınıl Ceografik TV’de, salonumda, miskinlik kanepeme uzanmış, gobaemi kaşıya kaşıya seyretmek varken, efendim ne işimiz varmış oralarda, aslanlar yer, timsahlara yem olurmuşuz… En şişmanı olduğum için herhangi bir saldırı anında önce beni atarlarmış hayvanlar oyalansın da onlar kaçsın filan gibi onlarca geyik muhabbete inat gittim… Hayatınızın film şeridinde (ölmeden önce görüldüğü rivayet edilen) bulunması gereken bir kare… Dönüşte yeniden şehir hayvanlarına (öküzü, çakalı, leşçisi gani gani) alışmak zor olacak. Doğada kendini en zavallı varlık olarak hissetmek meğersem ne mükemmel bir şeymiş.

Biraz da ansiklopedik bilgi verelim; Sahili dilinde Hakuna Matata, az ve öz “sorun yok, problem yok” anlamındaymış. İşin aslında ‘sorunsuzluk felsefesinin’ yaşam tarzınız olması hedeflenmiş. Güzeeel, sevdim bunu; bundan sonra her daim ‘Hakuna Matata - takma kafana’…

THY’nin direkt uçuşu ile Nairobi’ye geldik. Hani söylemeyeyim diyorum ama uçakta sürekli mızırdanan çocuk geleneksel ve değişmez olarak benim çapraz arkamda oturunca her şeyin düzgün ve prosedüre uygun gittiğini anlayıp içime bir huzur çöktü. Gece yarısı vardığımız ‘Nairobi hava alan’cağızından çıkmamız oldukça uzun sürdü. On parmağımızdaki on marifeti iyice görmek için özenle parmak izlerimiz alındı. Ayaküstü ayakbastı vize parası alındı. Zaten uyuyamamışım, 6 saat boyunca miy miy çocuk arkamda! Hiç mi ara vermezsin bre mübarek? Ama öğrendik ya… Böyle durumlarda; Hakuna Matata her derde deva…

Neyse dar attık kendimizi otele. Dört saatlik bir uyku ve sabah karga hacetini görmeden “çıkarım senle her yola” marka safari cipleri ile asıl yolculuk başladı. Cipler altı kişilik, üç tane açılır tavandan ikişerli düzende hayvanların sizi seyretmesi için göğüs hizasına kadar dışarı çıkabiliyorsunuz. Önce asfalt çevre yollarından, sonra normal bozulmaya yüz tutmuş tali yollardan, sonra keşke hiç asfalt dökmeselermiş dediğimiz çukurlu yollardan, sonra da hiç asfalt görmemiş toprak yollardan gittik gittiiik gittiiik… Bitti zannetmiştiniz değil mi? Biz de öyle zannetmiştik; sonra gittiiiiik gitttiikkkk gitttiiiik… Önce büyük evler yerini gecekondulara bıraktı, sonra gecekondular da yok oldu, tek tük insan görür olduk; sonra onlar da bitti, bir bariyerden geçtik: Masai Mara Parkı’na girmiş olduk. Çitlerin dışı hayvanlara; içi insanlara yasak. Artık arabadan inmenize izin yok. Vahşi doğada misafirsiniz! Sorun etmeyin, “Evriting iz andır kontrol: Hakuna Matata”

Böbreklerimiz, dalağımız ile karaciğer, safra kesesi ile yer değiştirmesine az bir mesafe kala otelimize geldik. Böbreğimdeki taşlar? Ne lazer, ne şifalı su; bir Masai Mara safarisi yeter. Şimdi size şu otel konseptini bir anlatayım; etrafı beş sıra elektrikli tel ile çevrili bir alanın içinde bulunduğu alana otel bölgesi deniliyor. Bir korucunun koruduğu bariyerli bir kapıdan içeri giriyordunuz ve artık emniyetli bölgedesiniz. Aslanlar, çitalar, bilumum zararsız hayvanatlar tellerin dışında. İnsan gibi en vahşi ve en tehlikeli olan ise kafeslenmiş durumda. Birkaç istisnası var tabii ki: hava yolunu kullanabilenler ile tellerin altından veya arasından geçebilen, otel bölgesinde her türlü hayvanat evcil sayılabildiği için sorun yok. Yalnız ufak bir not; otel odanızdaki balkon kapılarını her daim kapalı tutmanız; eşyalarınızın ‘meraklı’ babunlar tarafından karıştırılmaması ve hatta çalınmaması için yeterli, sorun yok. Yani, Hakuna Matata…

Sabah erkenden, ama gerçekten erkenden kalktık, dışarıdaki evciller avlarına başlamadan, gündelik faaliyetler bitip de sıcak rehavet çökmeden biz kafestekiler onları izlemeye gidiyoruz. İyi de; hava çok soğuk. Öyle soğuk değil, gerçekten çok soğuk. Hani wece’ye gitmekten vazgeçilir ya; öyle bir durumdayız. Sonuçta lahana gibi kat kat giyinip biniyoruz ciplere. Safra kesesinde kalan bir iki kum tanesi vs olabilir diye hoplaya zıplaya 3,5–4 saat sürecek olan safari edvençır’a başlıyoruz. Ben halimden çok memnunum. Dedim ya; bu benim hayalimdi ve gerçek oluyor. Safari arabaları inanılmaz bir icat, ‘bu nehri geçerken kesin kalırız’ dediğiniz yerlerden, bir arzın merkezini, bir gökyüzünü gördüğünüz derin çukurlardan, kısacası her yerden büyük bir ustalık ve rahatlıkla geçiyorlar. İlk gün hani; ‘Acaba mı? Geçer mi yahu buradan?’ şeklindeki düşüncelerim yapılan akrobatik geçişlerden sonra; bu da bir şey mi, biz ne çukurlardan, ne nehirlerden geçtik düşüncesine bırakıyor. Sonuçta; Hakuna Matata.

O da ne? Bir çita? Şoför rehberimiz arabayı çitanın bulunduğu yere sürüyor. 20 metre kadar yaklaşıyoruz. Minik bizimle ilgilenmiyor bile, küçük bir toprak tepenin üzerinden dikkatli bakışlarla etrafı kesiyor. Kontağı kapatıyoruz, vahşi tabiatın mı muhteşem güzelliğine bakıyoruz, boool bol fotoğraf çekiyoruz. Rehberimizin dediğine göre ‘Golden Moments’ yaşıyormuşuz; herkese nasip olmazmış bu kadar yakından ve uzun süreli bir seyir. Mesaj alındı; bahşişe zam yapacağız. Devam ediyoruz yola; anlatmakla olmaz yaşamak lazım denilen bir manzara ile karşılaşıyoruz. Tabiatın sessizliğinden başka hiçbir sesin duyulmadığı bu yerde güneş yeni doğuyor, etraf kızılca, yere çok yakın hafif bir sis var, otlardaki kırağı taneleri kristal kızıl parlıyor, gökyüzünde, uzaklarda bir yerlerde, yeni yeni havalanmaya başlamış kırmızı, sarı, mavi, rengârenk Safari balonlarının parlayan ateşleri, balonlar henüz ufuk hizasında, birde bütün bu dekorun üzerine anne aslan önde, peşinde 3 yavrusu, ağır ağır ilerliyor… Hani birisi “motorrrr ekşın” diye bağıracak, gerçek olamayacak kadar güzel… Ama işte biz buradayız. Bu da gerçek, güzelliği koklayabiliyorum, güzelliğe dokunabiliyorum, güzelliği her damlasına kadar hissediyorum… İşte ‘neyşınıl ceografik’ kanalı ile olan fark bu… Sadece görmek değil, hissetmek iliklerine kadar yaşamak… Rehberimiz yine çok şanslı olduğumuzu söylüyor, bu yavru aslanları da görmek sıklıkla olmazmış. O ve sonraki günler şansımız, gönlümüze göre gitti, düzinelerle unutulmaz sahneler gördük, binlerce foto çektim… Bana kalsa anlatmaya devam ederim ama editörüm diyor ki “Çok uzun yazma sıkılırlar, okumazlar”…

Sevgili editörüm: Hakuna Matata…

Sevgiyle kalın.