.
Pötibör 3 yaşında
Yıllar çabuk geçiyor! Torunumun birinci yaş kutlamasını sanki daha geçenlerde yazmıştım. Oysa velet geçenlerde üç mumlu pastasını üfledi bile! Artık hiç durmadan soruyor: “Dede bu ne? Neye yarar? Niçin?” Her sualine mantıklı ve tatminkâr bir yanıt bulmam şart, zira çelişkili ve kaçamak yanıtlara anında suçüstü yapıyor! Çocuk değil özel yetkili savcı mübarek! Aksi gibi ilgi alanı da yoğunluklu olarak tamir edevatla çekiç testere gibi marangozluk malzemeleri, yani tehlikeli aletler! Bu yaşıma dek kullanmadığım kurbacık anahtarını, kargaburunu, lokma takımlarını sayesinde öğrendim. Büyüyünce ne olacağı sorulduğunda, “Tesisatçı olacağım, kalorifer borularını tamir edeceğim” diyor. Fena meslek yoktur elbet, ama anneannesi onun doktor olmasından ümidi kesti, mimar, mühendis olmasını umuyor… Bense onda gazeteci havası seziyorum. Dedim ya, hem meraklı hem de tehlikeyi seviyor!
Otosansür
Gazeteciliğin tehlikeli bir meslek olmadığını kimse iddia edemez. Ama bu sözünü ettiğim tehlike sadece gerçek gazeteciler için geçerli tabii ki… Örneğin ben gerçek gazeteci değilim. Ara sıra ‘beni adam etme’ mesajları alsam da, şükürler olsun bugüne dek kimse beni dövmeye ya da vurmaya teşebbüs etmedi. Yazdıklarımdan, çizdiklerimden dolayı yargılanmadım da… Ama bunun nedeni var tabii. Tam oturup yazı yazacağım ya da bir karikatür çizeceğim, alıyor beni bir düşünce... Oysa konu hazır; neyi nasıl yazacağımı, nasıl çizeceğimi biliyorum ama elim bir türlü kaleme gitmiyor… Sanki içimdeki bir başka ben beni sürekli frenliyor. Neden mi? Yok canım, söyletmeyin bana şimdi; dedim ya, ben gerçek gazeteci değilim!
Bir gün herkes gazeteci olacak… Oldu bile!
Blogları kastetmiyorum, heves edip gücü yeten orada bir tür gazetecilik yapıyor zaten. Facebook, Twitter de değil konumuz… Haberleşme gruplarına takmış vaziyetteyim bu aralar. Adı üzerinde, ilgi alanları ortak olan, belli sayıda kişinin aralarında haberleşmeleri için kurulan sanal paylaşım siteleri bunlar. Uzaktan bakınca faydalı gibi görünüyor ama insanı çıldırtıyor! Müşterek ilgi konularını tükettikten sonra her tarafa saldırıyorlar. Yapacak başka iş bulamayan bir yığın klavyekolik gece gündüz ekran başında. Doğruluğu hiç araştırılmamış asparagas haberler üzerine günlerce mavra yapılıyor, ta ki başka bir haber bulunana dek. Adam bir köşe yazısını mı beğendi, hemen copy-paste edip gruba postalıyor. Ardından gelsin uzun ince yorumlar… Ama esas büyük kıyamet yazı beğenilmediğinde kopuyor, köşe yazarına bir güzel zılgıt geçiliyor, dersler veriliyor, ‘doğrular’ anlatılıyor. Anlatmakla kalınmayıp kopyası da gruba postalanıyor. Hemen alkışlar: “Brravvvooo! Ne güzel yazmışsın! Adama ne biçim haddini bildirmişsin! Eline kalemine sağlık!” Sanki yazarın umurundaydı. Adam her gün yazmak zorunda, geçimini bundan temin ediyor; hem saçmalama hakkını kullanıyor hem de okunduğu için mutlu oluyor. Zira tepki gazetecinin gıdasıdır.
Şalom gazeteciliği
Gerçek gazeteci değilim dedim, ama yine de Şalom’da gazetecilik yapmak zorlu fakat zevkli bir gayret gerektiriyor. Burada çoğul eklerini kullanacağım: Bizim saçmalama hakkımız hiç yok! Geçimimizi yazmaktan-çizmekten sağlamıyoruz. Oysa yazıp çizdiklerimiz didik didik ediliyor. Ne kadar özensek, sözcüklerimizi-çizgilerimizi seçerken ne kadar titizlensek, birileri her daim cımbızla bir şeyler çıkartmayı görev bellemiş. Kimilerine göre İsrail yanlısı azılı Siyonist bir gazeteyiz, kimilerine göreyse de tam aksi safta İsrail karşıtı saf romantik liberaller! Yaranmamak iyi elbet, ama küçük bir cemaat gazetesinin bir köşesinde yazıp çizerek bunca iltifata mazhar olmak insanı etkiliyor haliyle, istem dışı da olsa otosansür kalkanları büyüyor, gelişiyor… İtiraf etmem gerekirse, Şalom’da yazıp çizerken en büyük mücadeleyi kendime karşı veriyorum.
Sessizliğin sesi
Bu da yetmezmişçesine, bu büyük mücadelenin meyvesini, önce karım, ardından da kızım kalite kontrol testinden geçiriyorlar. Tereddüt varsa baldızıma müracaat ediliyor, ne olur ne olmaz diye… Sonuç olarak, çoğu zaman ortaya son derece sağlıklı bir imece ürünü çıkıyor. Yani anlayacağınız ailemin sevgili kadınları Şalom’un yazı işleri sorumlusuna pek yapacak bir iş bırakmıyorlar. Buna rağmen arada sırada hâlâ tepki alabiliyorsam ne mutlu bana; onca denetleme mekanizmasını atlatıp bir nebze de olsa sessizliğin sesi olmayı başarmışım demek ki! Sevgili Klara Perahya, Judeo-Espanyolcası nasıldır bunun? La boz de la kayadez mi yoksa?