<p class="MsoNormal"><span>İsrail’in dünyaya tanıttığı ‘Kibutz’ hareketinin ideolojik temellerini anlatan bu yazı, üç ayda bir yayınlanan, sosyal bilim dergisi Dipnot’un Ekim 2011 sayısında yer alan <b><i>Ulus-devlet Perspektifinde İsrail’in Sosyalist ve Komünalist Kibutz Deneyimi </i></b>başlıklı makalemden yapılan seçme alıntılardan oluşuyor.</span></p> <p class="MsoNormal"><span>Denis Ojalvo yazdı...</span></p>
Sermaye tarafından istismar edilmeyip ürettiğini hakça bölüşmek isteyen bireylerin iradesinden kaynaklanan bir örgütlenme biçimi olan ‘Kibutz’ olgusu ve İsrail ulus devletinin kuruluş öyküsü, söz konusu devletin kurucu ideolojisi olan Siyonizm’le oldukça iç içedir. Siyonizm, her ne kadar Yahudi halkının kendi kaderini tayin edebileceği bir devleti, bir ürünü olduğu ana vatanında (yani tarihî İsrail Toprakları’nda) yeniden tesis etme ideolojisi olarak özetlenebilirse de, bu ideolojinin tek bir veçhesi yoktur. Siyonizm, Mesih’çi yaklaşımlardan kolektivist öncülüğe kadar çeşitli akımları içeren şemsiye bir ideolojidir.
Sina Dağı’nda Hz. Musa’ya inen On Emir’in verildiği devir için oldukça devrimci öğeler taşıdığı ve Yahudi felsefi ve sosyal düşünce yapısının temelini oluşturduğu bir vakıadır. Konumuzla yakından ilgili olduğu için bu emirlerden dördüncüsünü vurgulamakta fayda var. Zira bu emir haftanın yedinci günü olan ve dinlenmeyi emreden Sebt’in (Şabat’ın) kutsanmasıyla ilgilidir. Yasanın tekrarı 5:12-14[1]’e göre, “Altı gün çalışacak ve bütün işlerini yapacaksın, ancak yedinci gün Tanrı’nın dinlenme günüdür. O gün boyunca hiçbir iş yapmayacaksın. Ne sen, ne oğlun, ne kızın, ne erkek ne de dişi kölen, ne öküzün, ne eşeğin, ne diğer davarın ne de aranızda yaşayan yabancı iş yapmayacak. Böylece erkek ve dişi kölelerin de senin gibi dinlenebileceklerdir. Mısır topraklarında köle olduğunu ve seni oradan o zaman güçlü bir el ve uzun bir kolla çıkaranın Tanrı olduğunu hatırlayacak ve onun emrettiği Şabat’ı (yani dinlenme gününü) tutacaksın.”Bu emrin tarihin her dönemindeki emekçiler için ne kadar önemli bir devrim olduğu tartışmasızdır.
KİBUTZ ALTYAPISI
Ulus-Devlet Paradigması’nın başat görüş haline geldiği 19. yüzyılın ikinci yarısında Alman ve İtalyan ulusçuluğu gerçekleşirken, Karl Marx’ın arkadaşı sol görüşlü Moses Hess’in 1862 yılında Roma ve Kudüs, Son Milli Mesele başlıklı bir risale kaleme aldığını ve Yahudi halkının anavatanında bir siyasi varlık oluşturması gereğine işaret ettiğini görüyoruz.
1860 yılında Fransa’da kurulup, Kuzey Afrika, Balkanlar, Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da yaşayan Yahudilerin eğitim yoluyla özgürleşmesini amaçlayan Alliance Israélite Universelle (Evrensel Yahudi Birliği – Alyans) örgütü, 1870 yılında, Sultan Abdülaziz’in sağladığı kolaylıklarla o günlerin Filistin’inde yerleşik Yahudilere ziraat eğitimi vermek üzere Yafa kenti civarında 2600 dönüm toprak üzerine Mikveh Israël (İsrail’in Ümidi), Türkçe adıyla Cemiyet-i Umumiye-i İsrailiyye Mektebi adlı bir ziraat mektebi kurdu.[2] Bu kurum, ilk zirai yerleşimcilere ve sonradan ortaya çıkacak Kibutz hareketine teknik ve pratik alt yapıyı sağlayacaktı.
‘Aydınlanmacı’ (eğitimli Yahudilerin laikleşip içlerinde bulundukları topluluklarla kaynaşarak özgürleşmelerini savunan akım) bir alt yapıya sahip olmakla beraber Yahudilerin kendilerini bu kimliklerinden soyutlayarak özgürleşemeyeceklerini savunan Peretz Smolenskin (1842-1885), Doğu Avrupa’da kıyıma uğrayan Yahudilerin başka ‘yabancı’ bir ülkeye değil, İsrail topraklarına göç etmeleri gerektiğini savundu. Bu amaca yönelik olarak,
Yahudi halkının toprağıyla olan bağının kuvvetlendirilmesi için “Dikmek (toprağı işlemek) zamanıdır” başlığı altında yazılar (1875-1877) yazdı. Zirai yerleşimler kurmak ve halkın yardıma muhtaç kalmadan ekmeğini topraktan çıkarması gerektiğini savundu.[3]
Modern İbranice dilinin babası sayılan Eliezer Ben Yehuda (1858-1923) ise dilin bir ulusun ruhu olduğunu ve onu muhafaza edebilmenin tek yolunun, Yahudi halkının öz topraklarında uluslaşmasından geçtiğini savundu. Bu amaçla, 1880 yılında, Smolenskin’e fikirlerini topladığı bir yazı yolladı.[4]
1881 ile 1884 yılları arasında Çarlık Rusya’sında meydana gelen Pogromlar (Yahudi kıyımları), Yahudilerin içinde bulundukları Rus toplumuyla entegrasyonunu savunan ve Yahudi karşıtlığının çözümünün geniş toplumun aydınlanmasında olduğunu düşünen tıp doktoru Leon Pinsker’in ümidini kaybetmesine ve bu konuya ilişkin fikirlerinin değişmesine sebep oldu. Hovevei Zion (Siyon Âşıkları) hareketinin kurucularından olan Pinsker, 1882 yılında, Yahudi karşıtlığı sorununun çözümünün bunlara anavatanları Filistin’de veya başka bir yerde bir milli bir yurt tahsisiyle mümkün olabileceğini ifade ettiği Autoemancipation (Öz olanaklarla özgürleşme) isimli ve “Bir Rus Yahudi’sinin halkına çağrısı” alt başlıklı risalesini kaleme aldı.[5] Takipçileri Osmanlı idaresindeki Filistin’e göçerek aynı yıl (1882) Rishon Le Zion (Siyon’a ilk gelen) yerleşimini kurdular.
KİBUTZ’UN ÖNCÜLERİ
Keza 1882 yılında kurulup Siyon Âşıkları hareketine eklemlenen, üniversite öğrencilerinden oluşan ‘Bilu’hareketi (Baş harfleri “Yakub’un Evi haydi -İsrail topraklarına- gidelim” anlamına gelen kısaltma) Kibutz hareketinin öncülleri sayılırlar. Bunlar kendilerini toprağı işleyerek onu özgürleştirecek ve neticesinde kendileri de özgürleşecek öncüler olarak görüyorlardı. [6] Tarım kooperatifleri şeklinde örgütlenmek isteyen bu gençlerin esin kaynakları arasında Karl Marx düşüncesi de vardı.[7]
Siyasi Siyonizm’in babası Theodor Herzl’ın ortaya çıkışı ise göreceli geç olup, tetikleyici hususun 1894’te patlak veren Dreyfus Olayı olduğu biliniyor. Fransız ordusunda yüzbaşı olan Dreyfus’un sırf Yahudi olduğu için vatana ihanet etme iftirasına uğramış olması, asimilasyonist ve laik görüşlü bir avukat/gazeteci olan Herzl’in, Yahudi sorununu siyasi bir sorun olarak teşhis etmesi ve bu yönde çözüm arayışına girmesi neticesini vermiştir. Herzl, bu çizgiyi takip ederek 1896 yılında Der Judenstaat (Yahudi Devleti) isimli kitabını yazmış ve Sultan Abdülhamid ile bu amacını gerçekleştirebilmek için yıllar boyu sürecek ama neticesiz kalacak pazarlıklara girişmiştir. 1898 yılında Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm’in ziyaretinde onunla orada karşılaşmak için Filistin’e gelen Herzl, 1902 yılında, orada yaşayan Yahudi ve Arapların eşit haklara sahip olacakları, sosyal demokrat olup aşırı milliyetçiliğin hoş görülmediği Altneuland(Eski Yeni-Vatan) isimli romanını kaleme aldı.[8]
Siyonizm’in sosyalist yorumunu ilk yapan kişi Nahman Syrkin’dir (1867-1924). Syrkin,1898 yılında Die Judenfrage und der Sozialistische Judenstaat (Yahudi Sorunu ve Sosyalist Yahudi Devleti) başlıklı tezini yayınladı. Syrkin, Yahudi Sorunu’nun öncelikle onlara özgü bir toprak parçası üzerinde çözülebileceğini düşünmesi açısından ‘Territorialist’tir. Bunu gerçekleştirebilecek olanların ise sadece Hıristiyanlar tarafından ezilmiş olan Yahudi ‘kitleler’ olduğu kanaatindedir (s.332). Syrkin’e göre Yahudi aleyhtarlığı, Avrupa’daki kapitalist toplumlarda sınıflar arasında olan çelişkiyi örtmek için kullanılan bir kılıftır (s.338).
Zira her sosyal sınıf mensubunun rakip gördüğü sınıfta nefret edebileceği Yahudi temsilciler mevcuttur. Sömürülen ve fakirleşen orta sınıf bu nefretin taşıyıcısı durumundadır. Dolayısıyla Syrkin, toplumlardaki Yahudi aleyhtarlığının (ekonomik ve siyasi) gücün hakça dağıtılmamış olmasından kaynaklandığını düşünmektedir (s.340). Yahudi’nin bu durumdan kurtulabilmesi ve toplumsal güçte hakça pay sahibi olabilmesi için Proletarya’ya katılması gerekir. Sosyalizm halkların kendi kaderlerini tayin hakkını destekler. Syrkin’e göre, herhangi ulusal bir gruptaki sosyalist bir liderin kendi ulusal kimliğini başat ulusal kimlik lehine bastırmayı salık verdiği görülmemiştir (s.342). Bu yola ancak kâr dürtüsüyle hareket eden azınlık gruba mensup burjuva kesimler tevessül edebilir. Syrkin, kendi ulusal Yahudi kimliklerini baskılayan asimilasyonist sosyalistleri öyle tenkit ediyor.
Syrkin’e göre, kurulacak olan Yahudi ulusal devletinin eşitsizliği temel alan bir toplumsal sözleşmeye dayandırılması kabul edilemez (s.349). Bu devlet ancak Siyonizm ile bilimsel sosyal ilkelere ve planlamaya dayandırılmış Sosyalizm’in bağdaştırılmasıyla vücut bulabilir.[9]
Sosyalist düşünce, milliyetçiliğin de aynı din gibi kapitalistler tarafından, proletaryayı gerçek menfaatlerinden saptırmak için işlevselleştirilen bir ideoloji olduğunu savlar (s. 351). Sosyalist düşünce sahiplerine göre, istikbalde meydana gelebilecek sosyalist ihtilal Yahudi aleyhtarlığı sorununu çözecek, böylece Yahudiler proletarya içinde kaybolabileceklerdi.
Söz konusu görüşlere itibar etmeyip Siyonizm’e diyalektik materyalist bir yorum getiren Ber Borochov (1881-1917) Rus Yahudileriyle birlikte kurduğu Poalei Zion (Siyon işçileri) örgütünün teorisyenliğini yaptı. 1905 yılında yazdığı “Milli mesele ve sınıf savaşımı” başlıklı yazısında[10] insanlar arasındaki üretim ilişkilerinin içinde yaşadıkları sosyal düzenin temelini oluşturduğunu göz önüne alarak, her bir ulusun kendi kültüründen kaynaklanan özelliklerin üretimin gerçekleştiği şartları etkileyeceğini savundu. Dolayısıyla birbirlerinden farklı özelliklere sahip, örneğin, Amerikan ve Rus proletaryalarından söz etmek gerektiğine işaret etti (s. 355). Borochov’a göre sınıf savaşımı manevi nasıl değerler için değil de üretim araçlarının mülkiyeti için veriliyorsa, ulusal mücadele de bir üretim aracı olan ve diğer ‘üretim şartları’nın belirlendiği yurt toprağı için verilir. Dolayısıyla, “Proletaryanın milli servetle, milli hisle ve milli menfaatle bir ilgisinin bulunamayacağını iddia etmek bir safsatadır”. Aynı husus o toplumdaki bütün sınıflar için geçerlidir. Örneğin, toprak ve ona ilişkin kaynaklar, toprak sahiplerinin gücünü; ulusal sınırlar burjuvazinin pazar gücünü ve orta sınıfların tüketim imkânlarını belirler. Ulusal servetin de istihdam imkânlarının kalitesini belirleyeceği cihetiyle proletaryanın ilgi alanında olması bu yüzden doğaldır. Zira “Sınıf savaşımının verilebilmesi için işçinin çalışıp ürettiği bir yerin olması gerekir”.
Toprağı olmayan ve kendisini muhafaza edip idame ettirebilecek organlardan (siyasi bağımsızlık, dil hürriyeti ve kültürel gelişme) yoksun olan bir ulusun “üretim şartları” da anormal olacaktır. Bu durumda, sınıfsal çelişkiler, ulusal dayanışmanın gerekleri yüzünden perdelenebilecektir. Diğer bir deyişle, sınıfsal sorunun gündeme gelebilmesi için ulusal sorunun halledilmesi gerekmektedir (s.358). Bu da o ulusun bütün sınıflarının ‘kendi kaderini tayin’ konusuna odaklamaları ve bu konuda işbirliği yapmaları gereğine işaret eder.
Ancak, “ ‘Hakiki’ ulusalcılığın sınıf bilincini karartması söz konusu olamaz. Zira ezilen ulusların özgürleşme mücadelelerinde başı çekenler o ulusun ilerici unsurları ve aydınlarıdır” (s.359).
Borochov, 1906’da yazdığı “Platformumuz” başlıklı risalesinde[11], yapılacak analizlerin, Yahudi ulusunun köylü sınıfı olmadığı cihetiyle kentli sınıfları (yüksek, orta ve küçük burjuvazi; proleterleşen kitleler ve proleterler) temel alması lazım geldiğine işaret etti. Yüksek burjuvazi yerel pazarla sınırlı olmadığı için herhangi milli bir özelliği haiz olması söz konusu olamazdı ve kozmopolitti. Dolayısıyla burjuva Yahudileri paklayacak şey ancak içinde eriyecekleri burjuva sınıfına asimilasyonları olabilirdi. Onlara göre Yahudi aleyhtarlığının sebebi ulusal işçi sınıfıyla emek rekabetine giren Yahudi proleterlerdi (s.361). Bu da zengin Yahudilerin ‘hayırseverliklerini’ izah ediyordu.
Toprak sahibi olan uluslarda kültürel milliyetçiliğin taşıyıcıları genelde yaşamları için iç pazara bağımlı olan küçük burjuva sınıfıdır. İşte bu yüzden ulusal toprağı olmayan Yahudi küçük burjuvalar, az gelişmiş ülkelerde ayrımcı kanunların, daha gelişmiş ülkelerdeyse sosyal ayrımcılığın ve boykotların güdümlendirdiği asimilasyonun etkisindedirler (s.362).
Proleterleşen ve yaşam alanı daralan Yahudi küçük burjuvaziyle Yahudi proleterler, bulundukları ülkelerden göç etmek zorunda kalırlar.
Bu kitleler için daha kötü üretim koşulların olduğu az gelişmiş bir ülkeye göç etmenin bir çözüm olmayacağı aşikârdır. Benzer koşulların onları tekrar göçe zorlayacağı başka bir ülkeye gitmeleri de sorunlarını çözmeyecektir. Diğer yandan, devrimci değişikliklerin gerçekleşemeyeceği ileri kapitalist toplumlarda Yahudi kimlikleriyle özgürleşemeyeceklerinden bu seçenek de dertlerine deva olamayacaktır. Bunlar ancak gelişmekte olan yarı-zirai ve iş gücü göçüne ihtiyacı olan bir ülkede özgürleşebileceklerdir. Bu ülke ata toprakları olan Filistin’dir (s.366). İşte, Siyonizm’in sınıfsal bir yorumu!
‘ÇALIŞMA DİNİ’
47 yaşına kadar Rusya’da zengin bir akrabasının çiftliğini yönetmiş olan Aaron David Gordon (1856-1922) ileri sayılabilecek bu yaşında 1903 yılında Filistin’e göç etti. Gordon, insanın ve genelde küçük aracılık işleri (ticaret) yapan Yahudi bireyin özgürleşmesinin ancak bedenen çalışmayla mümkün olabileceğini düşünüyordu. Onun için geçerli din ‘çalışma dini’ydi.
1911’de yazdığı “Halk ve Emek” isimli risalesinde, toprağından 2000 yıldır soyutlanmış olan Yahudi halkının “normalleşmesinin”, ulusal kültür üretmesinin ön şartının bedensel çalışma (toprağı işleme, v.s.) olduğuna işaret etti: Ellerimizle çalışmalıyız, ...ihtiyacımız olan şey ‘Emek fanatikleri’dir.[12]
Gordon, Yahudi bireyin ata toprağıyla olan bağının mistik özellikleri olduğunu düşünüyordu. Kullandığı bir teşbih tasavvuf düşüncesini andırmakta: Aşık, sevgilisinden uzak ve bolluk içinde yaşamaktansa fakir bir kulübede bir parça kuru ekmekle yaşamayı tercih eder.[13]
1922’de, Siyonist İşçi Hareketi’ne mensup Degania Kibutz’unda ölmeden evvel Gordon’un 1920’de yazdığı “Yapılacak İşler” başlıklı risalesinde[14] “Koparılmış olduğumuz doğal toprağımıza tekrar ekilmek için gelmiş bulunuyoruz. Burada derin kök salıp bize hayatiyet veren öze ulaşacak, dallarımızı yayacak ve anavatanımızın hava ve güneşini yaratacağız,” diyordu.
Denis Ojalvo
[email protected]
Devam edecek
* Kibbutz olarak da yazılır
[3]Peretz Smolenskin, It is time to plant / Let us search our ways in Herzberg, Arthur, The Zionist Idea, , New York, Atheneum, 1969, pp.151-152
[4]Eliezer Ben Yehuda, To the publisher of HaShahar, inHerzberg, Arthur, The Zionist Idea, , New York, Atheneum, 1969, pp.160-165
[9] Nahman Syrkin, Die Judenfrage und der Sozialistische Judenstaat in Herzberg, Arthur, The Zionist Idea, , New York, Atheneum, 1969, pp.331-350
[10]Ber Borochov, The national Question and the Class Struggle, in Herzberg, Arthur, The Zionist Idea, , New York, Atheneum, 1969, pp.355-360
[11]Ber Borochov, Our Platform, in Herzberg, Arthur, The Zionist Idea, , New York, Atheneum, 1969, pp.360-366
[12]Aaron David Gordon, People and Labor, in Herzberg, Arthur, The Zionist Idea, , New York, Atheneum, 1969, pp.372-374