Neden Türkiye-İsrail barışı

Yeditepe Üniversiesi Kamu Yönetimi Bölüm Başkan Yardımcısı Deniz Tansi Türkiye-İsrail barışının önemini Şalom okurları için kaleme aldı

Deniz TANSİ Köşe Yazısı
26 Ekim 2011 Çarşamba

Aslında diplomaside “barış” sözcüğü, bir sıcak çatışma ya da savaşın üstüne kullanılır. Bu çerçevede “barış”ı, Türkiye-İsrail ilişkileri zemininde, topyekûn anlamda bir düzenin Ortadoğu’ya yansıtılması çerçevesinde ele alıyorum. Şöyle ki, Türkiye-İsrail hattında demokratik siyasal değerler ve modern ekonomi yüzeyinin, bölge ülkelerine politik-iktisadi boyutta ‘model’ olmasını kastediyorum.

Günümüzde Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyi olmasını dilemek, popüler alanda neredeyse bir yaşamsal risk haline geldi. Ne yazık ki, ulusalcılıktan İslamcılığa ve oradan sosyalizme uzanan geniş bir politik spektrumda “Siyonizm ve İsrail hakkındaki komplo teorileri” çok prim yapıyor. Bu zeminde 1492’den beri Yahudileri “zor durumdan kurtarmakla” övünen tarihsel geçmiş, “ithal bir antisemitizm”i Cumhuriyet’in içinde tartışan bir konuma geldi.

Dış politikada İsrail’i eleştirmekle başlayan pek çok tümce, süreç içinde “Yahudilik” üzerine yapılan manipülasyonlara uzanmaktan kurtulamıyor.  Ve aslında konunun bilinçaltındaki gerçekleri de ustaca saklanıyor. Zira İsrail’in politikalarını ele almak, yanlışlarını söylemek konusu bir diplomatik analizken, rövanşist radikal akımlar, “İsrail Devleti’nin varlığını” sorgulayacak bir “nefret söylemini” içten içe beslemektedirler. Böylece siyasal-toplumsal düzeyde ortaya konulan pek çok tartışma, kamuoyu çerçevesinde “bilinçaltı bir” bakış açısını tetiklemekte, Türkiye-İsrail ilişkileri, “Arap sokağı”nın etkisinden kurtulamamaktadır.

Peki, böylesine bir ortamda, Türkiye-İsrail ilişkilerinin, hele Mavi Marmara hadisesinin gölgesinde, daha iyi olacağını söylemek ya da Türkiye-İsrail barışının gerekli olduğunu ifade etmek ne kadar akılcı diye sorulabilir.

Dikkat edilecek olursa, her iki ülke de ABD müttefikidir. Öte yandan, modern birer ekonomiye ve demokrasi birikimine sahiptirler. Ortadoğu’nun geneline bakıldığında, bu iki farklı gerçeğin, ayrı ayrı ya da tek bir parantezde birleştiğini söylemek çok güçtür.

Her ne kadar Libya’nın devrik lideri Kaddafi’nin “infaz görüntüleri” “Arap Baharı”nın son simgelerinden olsa da, “sözde bahar”ın ardından, Ortadoğu’da dengeler daha da belirsizleşmiş, radikal akımlar güçlenmiştir. Suriye konusunun nasıl çözüleceği, İran’ın bölgesel politikası, Mısır’da İhvan’la karışık bir gelecek, Yemen ve diğer ülkelerdeki karışıklıklar karamsar bir tablo çizmektedir.

Tüm sorunlara karşın, ekonomik ve demokratik istikrar, Türkiye-İsrail ilişkileri bağlamında bir anlam ifade etmektedir. Haritalar yeniden oluşurken, parçalara bölünmüş devletlerin, kabile ve aşiret yapılarının, etnik husumetlerin yaratacağı “kaos”, Türkiye-İsrail parantezinde bir işbirliği ile en alt düzeyde “risklerle” atlatılabilir.

Devlet ciddiyeti, bürokratik gelenek ve modernleşmiş toplumsal yapılara sahip iki devletin, bölgesel istikrarsızlığa tahammülü yoktur. İsrailli onbaşı Gilad Şalit’in Filistin tarafındaki 1027 mahkûm ve tutukluyla “takas” edilmesi konusunda, Türkiye’nin İsrail-Hamas arasındaki dolaylı pazarlık sürecinde ilk günden beri aracılık yaptığının ortaya çıkması, ikili ilişkilerde gerek gerginliklere karşın diyalogun sürmesi, gerekse de ikili ilişkilerin bölgesel düzeydeki uzlaşma arayışlarına ne kadar hizmet ettiği açısından önem taşımaktadır. Keza “dökme kurşun operasyonu” öncesi, Türkiye’nin Haziran-Aralık 2008’de, Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerine aracılık etmesinde görüldüğü gibi...

Suriye’nin parçalanma potansiyeli taşıdığı, İran’ın NATO “füze kalkanı”na karşı, Türkiye dahil, Batılı müttefikleri tehdit ettiği ortamda, ABD’nin Aralık 2011’de Irak’tan askeri çekilme takvimi öncesinde, İran’ın, Irak anayasasına göre Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle işbirliğini arttıran Türkiye’yle rekabetinin yoğunlaştığı bir zeminde, birtakım meseleleri aşmanın zamanı gelmiştir.

Son günlerde, Türkiye-İsrail arasında en çok konuşulan konu “Doğu Akdeniz krizi” olmuştur. Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın da ele alındığı zeminde, “sanal savaş senaryoları” üretilse de, iki ABD müttefikinin Doğu Akdeniz’de kitlesel bir savaşa gireceğini iddia etmek çok da fazla anlam taşımamaktadır. Böylesine bir gündem takip edilirken, Ortadoğu, altını çizdiğimiz çerçevede bir “bilinmeyenler koalisyonu”na dönüşmektedir.

Şalit konusunda, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in Türkiye’ye “ayrıca” teşekkür etmesi ve İsrail parlamentosu Knesset’in Savunma ve Dışişleri Komitesi Başkanı Şaul Mofaz’ın “Türkiye’yle ilişkileri düzeltmenin tam zamanıdır” demesi umut vericidir. Türkiye ise Mavi Marmara konusunda, “özür, tazminat ve Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılması” taleplerinde ısrarcıdır ve 2. katiplik düzeyine inen diplomatik ilişkilerin “normalleşmesi”ni buna bağlamaktadır.

Diplomaside her bir sorun diyalogla çözülür. Türkiye-İsrail arasında her şeyden önce “diyalog”un başlaması, her iki ülkenin ve bölgenin çıkarları açısından önemlidir. İki demokrasinin ve iki modern ekonominin, kısacası “Ortadoğu’daki Batılı” iki ülkenin göstereceği işbirliği, bölgenin demokratikleşmesi ve küresel ekonomiye eklemlenmesi açısından stratejik değer taşımaktadır. Bu yüzden halklar arası kültürel köprünün kurulması gerekir. Türk ve Yahudi halkları asırlardan beri, “birlikte yaşama”nın verdiği “ortak bir vizyona” sahiptir. Bugün antisemitizmin coğrafi ve siyasi ekseni kaymış, 19. yüzyılın son çeyreğinden, II. Dünya Savaşı’nın sonuna dek Orta ve Doğu Avrupa’da, en nihayetinde Holokost’la sonuçlanan, söz konusu ırkçı akım, Ortadoğu’da “İsrail karşıtlığı” zemininde yaşam alanı bulmuştur. Bu sefer de Yahudilerin toplu yaşadığı ülke olarak kaydedilen İsrail “hedef tahtası”na konmuştur. İran devlet başkanının her fırsatta “Holokost inkârı” ve “İsrail’i haritadan silme” tehditleri, değindiğimiz yaklaşımın en somut tezahürü olmuştur. Bu yüzden İran’ın “nükleer faaliyetleri”, kendi devlet politikası temelinde dikkat çekmektedir. Tarihinde antisemitizme ev sahipliği yapmamış Türkiye, bu tür önyargıların aşılmasında öncü rol oynama hakkına sahiptir. Zira Osmanlı geçmişi ve Cumhuriyet birikimi, böylesine bir sentezi ortaya koyacak insani zenginliğe sahiptir. İşte bu çerçevede radikal akımların oyununa gelmeden, kalıcı işbirliğini sağlama çerçevesinde, iki ülkenin şimdiye kadar olduğu gibi “terörle mücadele”deki dayanışmasını sürdürmek, dış ticaret hacimlerini yükseltmek ve ortak siyasal değerler üzerine bir gelecek inşa etmek, Ortadoğu’da kalıcı barış ve istikrar için ivedilik derecesinde bir içeriğe sahiptir.

Deniz Tansi kimdir?

2005 yılında Yeditepe Üniversiesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde görev alan Yard.Doç.Dr. Deniz Tansi, 2007-2009 tarihleri arasında üniversitenin Kamu Yönetimi Bölüm Başkanlığı’nı yürüttü. Birçok akademik dergide ve yayında Ortadoğu, Türkiye-AB ilişkileri üzerine makaleleri yayınlanan Tansi, halen aynı bölümün başkan yardımcılığı görevini sürdürüyor.