Son yazımda Ravel’in Kadiş’inden söz etmiştim ya, ta ortaokul yıllarımdan bir arkadaşım mail attı, “Ravel’in bu bestesini bilmiyordum, sayende dinledim ve çok etkilendim” diye yazdı. Üstelik Kadiş’i dinlerken youtube’da tesadüfen Ofra Haza’yı keşfetmiş. Kendi ifadesiyle zeytin gözlü, esmer tenli bu nefis kıza hayran olmuş... Ermeni kökenli olan bu arkadaşımın Kadiş’i bilmemesi normal, Ofra Haza’yı ilk kez duyuyor olması da bir derece…
Dostumu üzmemek için ilk görüşte vurulduğu bu Yemen güzelinin genç yaşta dünyamızı terk ettiğini yazmak istemedim, ama mesajının bende yarattığı duygu yoğunluğu altında kendisine teşekkür ettim ve müziğin nasıl ırk, din tanımaksızın milletleri yakınlaştırdığına dair ahkâm kestim.
Cevap gelmekte gecikmedi. Kadiş’in karşılığında bu kez biri piyano, diğeri kemanla çalınmış iki güzel Ermeni bestesi armağan ediyordu bana arkadaşım. Yeni e-namesinin bir yerinde de şöyle yazıyordu: “Ben Yahudi ve Ermeni milletlerinin, tarih boyunca kaderlerini, müzik stillerini, sanat anlayışlarını birbirine çok benzetirim.”
Gel de bu saptamayı cevapsız bırak!
Arkadaşımın gönderdiği parçaları birkaç kez ardı ardına dinledim. Piyanoyla dile gelen, romantik hoş bir besteydi. Ama kemanla çalınanın lezzeti bambaşkaydı! Uzakdoğuluların sweet & sour tarzındaki yemeklerini andırıyordu; içerisinde hüzün ile neşeyi aynı anda barındırıyordu, tıpkı Klezmer müziğinde olduğu gibi… Aslında Klezmer’in vazgeçilmez elemanları olan kemanın da, klarnetin de ortak özellikleri bu olsa gerek; ustalarının elinde acı bir çığlığı, bir ağıtı anında insan coşkusuna, yaşam sevincine dönüştürebiliyorlar.
Ermeni müziği denince nedense aklıma hemen duduk denen çalgıdan çıkan nameler geliyor. Dingin ve sakin olduğu kadar, insanı kederlendiren bir müzik… Duduk dinlerken neşelenmek mümkün müdür? Bence değil. Ama klarnetin de, kemanın da, duduk’un da benzer bir özellikleri var: Üçü de kolaylıkla taşınabiliyor... Herhalde bu nedenledir ki Yahudi toplumu kemanla, klarnetle, Ermeni toplumuysa dudukla bu kadar haşır neşir olmuşlar… Oysaki müzik aletlerinin esas kralı, tek başına bir orkestraya dönüşebilen piyano değil midir?
Beethoven, Schubert bi yana, siz hiç piyanoda ‘boggie boggie’ dinlediniz veya daha doğru bir ifadeyle, izlediniz mi? İddia ediyorum, yerinizde duramazsınız! Tam tersi taptaze bir örnek daha vereyim: Tilda Levi anlattı; 24 şehit verdiğimiz PKK saldırısının hemen ertesindeki konserinde Fazıl Say, Aşık Veysel’in Kara Toprak adlı bestesini yorumlamış. Eser boyunca sanatçı, piyanosuyla öylesine yoğun bir duygusal ilişki yaşamış ki, Tilda bu sahneyi bana telefonda aktarırken bile tüylerim diken diken oldu! Piyano tuşlarının böylesine tılsımlı güçleri var işte!
Çocukluğumun geçtiği çevrelerde piyanosuz ev hemen hiç yok gibiydi. Nedense küçücük evlerin oturma odalarında bile mutlaka bir konsol piyano bulunurdu. Bu olguyu o kadar kanıksamıştım ki, yirmili yaşlarımda sevgili karımla nişanlandıktan sonra, daha henüz müstakbel yuvamızın mobilyasını düzmeden, salonumuza uygun ikinci el bir duvar piyanosu aramaya koyulmuştum. Karım da doğal olarak doğru dürüst çalmasını dahi beceremediğim bu aletin mütevazı bütçemizi sarsacağını öngörerek itiraz etmişti. Üstelik ona göre gitarım ve müzik dolabım yeterince yer kaplıyorlardı zaten! ‘İleride çocuklarımız çalar’ tarzındaki bahanem de sonuç vermeyince şimdi birer yetişkin olan çocuklarımız piyano çalmaktan mahrum kaldılar…
Kendi çocukluğuma dönecek olursam, evlerine girip çıktığım çeşitli milletten pek çok arkadaşım oldu. Müslüman, Rum, Ermeni, Yahudi, Levanten… Onca evde o zamanlar piyano bulunması bir rastlantı olmasa gerek diye düşünüyorum. Kuyruğu olmasa da, bir piyanonun bir yerden bir yere taşınması, hele ki 50’li – 60’lı yıllarda zahmetli bir iş olmalıydı. Demek ki o günlerin insanları, şartlar ne olursa olsun, taşınmayı pek akıllarından geçirmezlermiş…
Günümüz insanlarıysa daha pratik. Yaşam alanları büyüse de evlerinde piyano gibi gereksiz mobilyalar bulundurmuyorlar. Zaten televizyon denen araç ‘gürültü’ eksikliğini fazlasıyla gideriyor. Taşınma günü gelip çattığında da televizyon kolaylıkla taşınabildiği gibi her defasında akort gerektirmiyor.
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz hafta bir taksi şoförü, şivesinden kıllandığı kadın müşterisine, “Yahudi misin, Ermeni mi?” diye sormuş, Ermeni’yim yanıtını alınca da ‘Siz Hıristiyanlar!’ diyerek kadına sille tokat girişmişti.Ermeni Madam denince kız kardeşime küçükken piyano dersleri veren madamı hatırlarım hep. Şoför dayağı tadan kadının evinde piyano var mıdır yok mudur bilemem ama birden aklıma düştü, ya kadıncağız Yahudi’yim deseydi neler olacaktı?