Bir düşünür, yaşamın sayısız anlar toplamı olduğunu söylüyordu. Geçmiş yıllarımı bu görüş doğrultusunda düşünürken, akan bir ırmak içinde, her biri, bir anıyı oluşturan su damlalarını görüyorum. Çocukluğumdan, ilk gençlik yıllarımdan, aile çevresinden, sosyal ilişkilerden… Her birinden çok farklı anlar gözümün önüne geliyor. Bunlar yalnızca anımsadıklarım, anımsayabildiklerim. Ya unuttuğum binlercesi, milyonlarcası an?.. Hiç farkında olmadan, bir fırtınaya kapılmışçasına son hızla geçip gidiyorlar. Oysaki bunların tümü yaşanmış! Kiminde gülünmüş, kiminde acı çekilmiş, kiminde bir heyecan, kiminde bir özlem, kiminde de bir sevgi var. Anımsadığımız her an, çekmecede unutulmuş, eskimiş bir fotoğraf karesi gibi...
Bir yazar, insan yaşamını eskiden sinema salonlarında oynattıkları bir film bobinine benzetiyordu. Yüzlerce metre film ve içinde binlerce kare fotoğraf! Her bir kare, insanın bir anını simgeliyor. Bunlar bir araya geldiklerinde de bir yaşamı oluşturuyor!
Kahramanı olduğumuz bu filmi zaman zaman geriye sarıp oynatıyoruz. İçindeki kimi karelerin canlılığını koruduğunu görürken kimi de kararmış, ne oldukları seçilemiyor. Anımsamakta güçlük çektiğimiz ya da hiç anımsamak istemediğimiz olaylar, insanlar gibi... Karelerin doluluğu aynı zamanda bizim deneyimlerimizi de ortaya koyuyor. Her deneyimin yaşam süremize bir etkisi olmasa da, görece olarak daha uzun ya da daha kısa bir yaşanmışlığı algılamamızda önemli bir etken olarak karşımıza çıkıyor.
Bir ameliyat kurbanı olarak belleğini yitirmiş Amerikalı yaşlı bir adamın öyküsünü okuyordum. Öyle ilginç bir yaşantısı varmış ki... Ona anlatılan, kendi söylediği, gördüğü, yaşadığı her şeyi birkaç dakika içinde unutuyormuş. Adam yalnızca bulunduğu an’ı yaşıyor; ne bir geçmişi var, ne de geleceğin onun için bir anlamı!.. İşin ilginç tarafı, adam bu belleksel engelini biliyor ve durumuyla ilgili konuşulduğunda eğleniyormuş. Her anını da, bir düşten yeniden uyanır gibi algılıyormuş.
Geçmişin belirli bir dönemi belleğinden silinmiş insanlarla ilgili okuduklarımın yanında, izlediğim filmler de var. Öyle ki, benzer bir olay yakın bir dostumun yaşlı amcasının başına gelmişti. Bir sabah uyandığında, hayatının son kırk yılı tümüyle yok olmuş. O dönem içinde evlendiği eşini hiç tanımamış, birçok olaya da bir anlam veremiyormuş. O arada ölmüş anne, baba ve diğer yakınlarını arıyor, kırk yıl önce yaşadığı evi soruyormuş.
Yaşlanmayı yalnızca fiziksel bir olgu olarak değil, belki de yaşanan deneyimlerin çokluğuna göre değerlendirmek gerekiyor.
Murathan Mungan’ın, Kibrit Çöpleri kitabında yer alan şu sözleri de araya sıkıştıralım:
“Bazı anlar bütün yaşamımızı belirler. Bütün yaşamlar dediğimiz de o birkaç âna bakar aslında... Bu yüzden yıllar sonra en çok hatırladıklarımız anlardır. Gerisi bulanıktır. Geçmişi anlar berraklaştırır.”
Gerçekten de oturup düşündüğümde, geçmişten gözümün önüne gelen, değişik anların fotoğrafları oluyor. Bunları anlatmaya çalıştığımda, kimi ayrıntıların unutulduğunu, bir öykü gibi yeniden kurgulamak durumunda kaldığımı görüyorum.
Sayısız an, sayısız fotoğraf!