“Dünya bir kitaptır” diye bir cümle okumuştum, “Seyahat etmeyenler sadece tek bir sayfa okur…” Bu cümle çok hoşuma gitmişti; çocukluğumdan beri değişik memleketler gezmeyi, değişik mutfakların yemeklerini tatmayı ve değişik kültürleri birkaç günlüğüne dahi olsa özümsemeyi ara sıra da olsa gerçekleştirebilmeyi istedim. Geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda ise uzun süredir merak ettiğim bir ülkeye altı kişilik muhteşem bir arkadaş gurubuyla seyahat etme şansını yakaladım; dört saatlik bir uçak, yaklaşık altı saat bekleme ve ardından on saatlik bir başka uçağın ardından neredeyse bir gün sonra Küba’ya vardım…
***
Bazı tatiller vardır insanın kafasını o kadar uzaklaştırır ki gerçek dünyadan, o kadar huzurludur ki, gerçek hayatta kıyameti koparacağı bazı unsurları bile görmemezlikten gelir insan; hiçbir şey sinirlendirmez onu. Ne tuvalet kağıdı bulunamayan tuvaletler, ne kafasında bulut gezen çizgi film kahramanları gibi on dakikada bir yakalandığı yağmurlar, ne de üzerinde mide fesadı yazan İspanyol-Karayip yemekleri…
Onun yerine her lokantada karşısına çıkan canlı müzik guruplarını hatırlar; güzel Latin müziklerini, genç yaşlı Kübalıların sokaklarda dans edişlerini, en çekingen turistlerin bile iki Mojito’dan sonra birlikte dans etmeye başlamasını hatırlar. Yerel müzik gruplarının çaldığı şarkılara, turistlerin de bozuk İspanyolcalarıyla eşlik etmesidir hatırlarda kalan. Eski bir Amerikan arabasına sevdiği insanlarla binmektir kalacak anılar. Yüksek kapılı evler, dar sokaklar, Katedral meydanları… Yanları açık sarı bir salyangoz ve motosiklet hibridi Coco taksiler… Küba’da hayatında sigaraya el sürmemiş insanlar birdenbire puro uzmanı oluverir; belki Kübalı kadınları bacaklarında puro sararken seyretme fırsatını yakalayamaz; ancak “bunu alma bence, makine ile sarılmış” diyerek el emeğini ilk günden takdir etmeye başlayabilir. Sadece içki içmek değil, çabucak bir kahve içmek bile zevktir orada; sert Küba kahvesi biz Türklere uyar, bazı yerlerde içine konulan şeker kamışıyla karıştırılan Cubitalar müzik eşliğinde içilir. Wi-fi yoktur buralarda, kahvelerinizi yudumlarken arkadaşlarınızla sohbet edersiniz, müzik dinler, o Küba dakikasını yaşarsınız…
***
Bir Kübalının ortalama maaşı 15 dolar. Bir doktorunki ise 40 Amerikan doları. En azından bu bize turist rehberimiz tarafından verilen rakamlar. Sosyalizm etkisindeki Küba’da halka verilen birçok hizmet var; bunların başında tabii ki eğitim ve sağlık geliyor. Halk yüzde yüze yakın bir okuma yazma oranına sahip. Sağlık eğitimi ise o kadar ileri ki, ölümcül hastalıklara ilaçlar geliştiriliyor, dünyanın diğer ülkelerine çeşitli hastalıklar için aşılar yollanıyor. Orada eczaneye gitmek bile bir zevk, ilaçlar bir iksir gibi karıştırılarak yapılıp, kavanozlarda saklanıyor.
***
Küba deyince puro ve kadınların yanı sıra akla yakışıklı devrimci Che Guevara ve devrim liderlerinden Fidel Castro geliyor. Castro’nun kardeşi Raul iktidara gelince Amerikan mallarına kapıyı açtığı söylense de, ben Küba’da burnumu silecek Kleenex bile bulamadım. Tek gördüğüm Amerikan malı ürün patates cipsi Pringles’dı. Castro ölmeden Küba’yı ziyaret edin diye okumuştum, belki de tam zamanında yetişmişimdir.
Küba’da puro ve Rom tüketen yaşlı insanların imkânsızlıklara rağmen mutlu göründüklerini gördüm. O zaman insanı öldüren içki ve sigara değil de, stres midir acaba?