Ne zamandır yazılıp çiziliyor olsa da, 57. Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye’yi temsil edecek İzmirli Can Bonomo konusuna köşemizde değinmemek olmazdı.
Aslında, Can’ın başarılı olabilmesi için, medyanın konuyu bir an evvel gündeminden düşürmesi ve onun bir süre rahat bırakılması gerekiyor. TRT aday seçiminde zaten oldukça gecikti. Bu nedenle Can Bonomo rakiplerine oranla yarışa birkaç adım geriden başlıyor. Bu yarışmaya gereğince hazırlanabilmesi için önünde kalan sınırlı zamanı çok iyi değerlendirmesi ve yalnızca bestelerine odaklanması gerekiyor.
Siz de farkında mısınız? TRT’nin Eurovision için Can Bonomo’yu seçtiğini ilan etmesinden bu yana bir furyadır gidiyor. Konu manşetlerden düşmek bilmiyor. Düne kadar Can Bonomo’nun ismini bile bilmeyenler, neredeyse doğum tarihini bile ezberlediler. Onu yerin dibine batıranlar da oldu, yere göğe sığdıramayanlar da. Yere göğe sığdıramayanlardan bazıları o kadar abarttılar ki, “ayırımcılıkta” dibe batıranları bile geçtiler.
Tüm bu yazılan çizilenlerden bir sentez yapıldığında ise bilinen bir gerçek tüm çıplaklığı ile tekrar kendini fark ettiriyor. Türkiye’yi Eurovision’da temsil etmek üzere bir Yahudi’nin seçilmesi ülkemizde ‘henüz’ alışılagelmemiş bir olaymış!..
Henüz!?..
Yıllar önce İzmirli sanatçı Maria Rita Epik ile benzer bir deneyim yaşayan ve yoğun tepkilere yenik düşerek çözümü yarışmadan çekilmekte bulan TRT, olay toplumsal zihinden ‘henüz’ silinmemişken, neden tekrar böyle bir karar aldı dersiniz?
Bu deneyime rağmen TRT’nin, kılı kırk yarıp enine boyuna düşünmeden, hatta üst makamlardan olumlu görüş almadan, ikinci bir kez aynı yönde bir karar alabileceğini düşünebilir misiniz?
Her ne şekilde verilmiş olursa olsun TRT’nin bu kararına, içimdeki tüm kuşkulara rağmen Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeki doğal değişimlerinden biri olarak bakmak geliyor içimden!..
Arka arkaya o kadar çok şey oluyor ki, ezberimiz bozuluyor.
? 57. Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil etmek üzere Can Bonomo seçiliyor.
? İzmir Musevi Cemaati’nin Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana hiçbir hükümet tarafından çözülemeyen tüzel kişilik ve taşınmazlarını sahiplenme sorunu, hiç akla gelmeyen ‘de fakto’ bir kararla çözülüveriyor.
? Hrant Dink davasında mahkemenin kararına bugüne kadar görülmemiş boyuttaki toplumsal tepki, on binlerin hiçbir engel ile karşılaşmadan yaptıkları devasa bir yürüyüş ile demokratik bir şekilde dile getirilebiliyor.
? Aynı mahkeme kararı için Başbakanımız tüm içtenliği ile “sokaklar yürümekle aşınmaz” yerine; toplumsal vicdanın rahatsızlığını anlayabildiğini, fakat ‘henüz’ bu davanın bitmediğini, temyiz sürecinden farklı kararlar çıkabileceği yönünde imalarda bulunabiliyor.
Vs… vs… vs…
Acaba bu ‘henüz’leri artık geride mi bırakıyoruz?