Nuia MANA
Peki, dünyadan ne istiyorsun?” diye sordum.
O ise bozuk plak gibi ruhani olaylardan bahsediyordu. Sorumu duymadı bile. Filtrelerinden geçmedi soru, beynindeki ruhanilik takıntısına takılıp kaldı, ona ulaşmadı.
“Tamam, da, niye dünyadasın o zaman?”
İşte ruhaniliği öğrenmek, Tanrı aşkı filan falan. Yine aynı telden çaldı.
“Aloo, dünyadan sana!!” diye bağırsam yeriydi. Ama bağırmadım. Sabrı elden bırakmadan sorularıma devam ettim.
“Peki aşk?”
“Beraber meditasyon yapacağım, enerjisini içimde hissedeceğim bir adam…”
“Ya beden? Bu adamın bedeni, tipi, hali, vakti yok mu?”
Bu sorular böyle sürdü gitti. Ve ancak birkaç gün sonra dank etti. Her şeyin derinliğini araştırmak, ruhu anlamaya çalışmak tamam da, ya beden? Ya dünyada yapmak istediğin işler? Doğru ya, bir tek ruhaniliği öğrenmek olsaydı yolun, dünyaya hiç inmezdin ki!
“Çok uçtu bu,” derler bazen arkasından. Uçmuş cidden! Neyse, simdi yavaşça yere indi. Ve gördü ki buralar da güzelmiş. Yeşiliyle, çiçeğiyle, hayvanıyla, insanıyla… Parkıyla, akarsuyuyla, sinemasıyla, alışveriş merkeziyle… Güzelmiş… Trafikte küfür etmek bile ayrı rahatlatıyormuş!
Tatlısı güzelmiş. Hatta acısı bile güzelmiş, çünkü acı büyümek demekmiş. Dünya meğer ne kadar zenginmiş. Gelmişiz bir kere. Ya bu deveyi güdeceğiz, ya da bu diyardan gideceğiz. Ama ruhani olmak adına havalarda uçup köklerimizi kaybetmeyeceğiz. Aile, din, dil, ırk ruhani anlamda önemsiz desek de, köklerimize olan vefa borcumuzu, aile bağlarının kuvvetini, ülke sevgisini küçümsemeden yaşayacağız. Çünkü bunları hakkını vererek yaşadıktan sonra ancak “hepimiz kardeşiz,” diyebilirmişiz.
Kimi askerliği öğrenmeliymiş, kimi parkta fal bakarak yaşamayı. Herkesin yolu farklıymış, ancak her yol mubahmış. Kötü yol dedikleri yol bile mubahmış, çünkü bu dünya okulunda herkesin öğreneceği şeyler varmış. Kaçmadan, tatlısıyla acısıyla, yaşamalıymışız hepsini. Sahiplenmeliymişiz. Yok, biz artık ruhani olduk, bu işler bize gelmez, demeden yaşamalıymışız. İnsan denen varlıktan kaçmadan, onu tanıyarak. Her yönüyle, huylusuyla, huysuzuyla. Kendimden aşağı gördüğümle, kendimden üstün sandığımla. Şu elle tutulur, gözle görülür, hayatı dibine kadar yaşamalıymışız. Eğer bir insanın hayattan en büyük isteği pahalı bir araba ise, “amma da maddiyatçı” demeden, herkesin dünyada yaşaması gerekenin farklı şeyler olduğunu hatırlayarak. Belki de o kişinin bu hayattaki dersi bolluğu tatmak. Bize mi düşmüş hesabını yapmak!
Çok sevdiğim biri için yazdım bu yazımı. Aramıza hoş geldin canım! Dünya seni özlemişti. Bu hafta ne yazayım diyordum, sayende çıktı bir şeyler. Hadi sen de al eline kalemi kâğıdı, yaz bakalım ne istiyorsun dünyadan? Ev? Araba? Çocuk? Kendi işyerini açmak? Televizyona çıkmak? Ne istiyorsan yaz ve sonra üzerinde çalış. Beklediğin hata…
Sevgiyle.