Paul Auster’in anıları olan Kış Günlüğü’nü okurken şunları düşündüm:
İnsan zaman zaman dönüp geriye bakabilmeli, geçmişini sorgulayabilmeli. Belki bir olaya bağlı olarak kimi anları anımsadığımızda ya da bunları bir başkasıyla paylaştığımızda, üstlerinde düşünüyor, konuşuyoruz. Bir yazar için, geçmişten belleğinde açılmış her sayfa, yazacağı yapıtlar için birer kıvılcım olabiliyor. Önemli olan bu anıları yazmaya başladığında, okuyucusuyla bunların ne kadarını ve nasıl paylaşacağının seçimini yapabilmektir. Bir başka deyişle içtenliğin dozunu ayarlayabilmek!.. Yazarın duygu ve düşünceleri kimseyi bağlamasa da, kimi dönemlerde yaşamını paylaştığı insanlarla ilişkilerini anlatırken, nesnel bir yaklaşımla bunları dile getirebilmesi oldukça güç; ama öte yandan, keyifli de...
Kitaba dönecek olursak...
Auster, benden iki yaş büyükmüş. Yaşıt sayılırız. Farklı bir coğrafyada yer alsak da, aynı dönemler içindeki değişim ve gelişimleri birlikte yaşadık. Bu yüzden de yazarın başından geçen bireysel olaylar bir yana, bunların karşısındaki duygu ve düşünceleri beni daha çok etkiledi. Bu kitap, genç bir okuyucunun ilgisini çekmeyebilir, öyle ki sıradan bir anı kitabı olarak da görülebilir, ancak yazarını tanımak için önemlidir.
Auster, bu anıları neden yazdığını şöyle açıklıyor:
“Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikâyelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.”
Keşke benzer şeyleri ben de oturup yapabilsem!.. Tüm geçmişimi ayrıntılarıyla anımsayabilsem, onları sorgulayabilsem, yazabilsem...
O zaman geleceğe daha farklı yaklaşabilir miyim?.. Kim bilir!
Kitabın son sözlerini okuduktan sonra düşünmeyi sürdürebiliriz:
“Yataktan kalkıp pencereye giderken soğuk yer döşemesine çıplak ayaklarınla basıyorsun. Altmış dört yaşındasın. Dışarıda hava gri, neredeyse beyaz, görünürde güneş yok. Kendine soruyorsun: Daha kaç sabah kaldı?
Bir kapı kapandı. Bir başka kapı açıldı.
Hayatının kışına girdin.”
Günlük alışkanlıklar, davranışlar, ilişkiler, duygular, düşünceler... Tümü, hayatımızı dolduran ayrıntılar ya da onu bütünüyle oluşturan etmenler. Yazar, yaşamını bu denli sorguladıktan sonra, en acımasız soruyu kendi kendine soruyor:
Daha kaç sabah kaldı?
Auster, hayatının kışına girdiğini söylerken, bu sözlerle bir kez daha baharı göremeyeceği gerçeğini gizli bir buruklukla dile getirmiş oluyor. Genç yaşlarda bu konular hiç gündeme gelmez ya da hiç düşünülmezken, altmış yaş eşiğini geçtikten sonra, bunlar bilinçli ya da bilinç dışı kendilerini anımsatıyor.
Yazarın kapanan kapılarına takılmak yerine, açılan bir başka kapıya odaklanarak yaşamımıza yeni anlamlar katabiliriz, diye düşünüyorum.