Geçen yazımızda puma ve jaguarların akşam menüsüne dâhil olmadan ‘mun volk’umuzu yapmış ve otelimize dönmüştük. Gece yarısını bir şeyler geçe aldığımız bu adrenalin sabaha kadar ancak yettiğinden, kahvaltıdan sonra bir de ‘bölgeye özel’ küçük ama bir o kadar da sivri dişli timsahların olduğu söylenen İguazu Şelalesi’nin taaa dibine Zodyak safarisi yapacağımız tura katıldık. Ama önce kahvaltı: masada otururken, yanımıza yanaşan bir beyefendinin arkadaşlarımızdan biri ile bayağı samimi olduğunu gördük, sorduk; ne iş? Daha önce lobide karşılaşmışlar, sohbet etmişler vs vs kendisi İngiltere’de yaşayan ve futbolcu transferleri ile uğraşan bir menajer imiş. Adam ‘örli sikstiiyz’ gösteriyor. “Hello, hav ar yu? My neym iz Vladi. Ay em from Törkey”, muhabbetine giremeden menajerin karısından bir soru geldi: “Ar yu jus?” Cevap olarak “oranc jus?” diyecektim ama meyve suyuna benzer bir halimiz olmadığına göre dinsel kimliğimizi soruyor olsa gerek. “Hayırdır, hemşirem nereden bu muhabbet? diye soruyoruz”, eşlerimizden birinin boynunda asılı duran “hamsa eli” şeklindeki kolyeyi gösteriyor. “Hımmmm” diyoruz “Ya siz?” diye soruyoruz. “Evet, biz de” diyor.
Sanırsın Brezilya’nın bu ücra köşesinde yıllardır görmediğimiz ama eskiden çok samimi olduğumuz bir arkadaşımızı gördük de “Eeee naaaber?” diyerek ayrıldığımız günde yarım kalan sohbete devam ediyoruz. Türküz ya misafirperveriz, yaka paça masamıza oturtuyoruz, “if yu dont sit, sii may ded bady” şeklindeki oryantal birkaç ısrardan sonra oturuyorlar. Gelsin çaylar, gitsin kahveler (açık büfe kahvaltı olduğundan ikram da sorun yok) tis-tipik bir anne; çocuklarını merak etmiş, dün görüşmüşler ama bu sabah telefonu açmamışlar (bu arada çocukları 26 ve 30 yaşında) acaba başlarına bir şey mi gelmiş çok meraktaymış, ah!!! Ne yapasınmış da onlara ulaşsınmış. “Aaa dur ayol” dedik.“Bizde lep-top var, neydi numara hemen skay-pi den arayalım… Dur hemen merak etme öyle kim bilir feneri nerede söndürmüşlerdir”. ‘Marmelat de kazalar’ kazık kadar olmuş ‘çocuk’ larına ulaştılar sonunda… Onlar mutlu, biz mutlu, karşılıklı sırıtırken sıra bizim çocuklara geldi, yaşlar, cinsiyetler soruldu öğrenildi… Onlar; biraz üzüntülü bir eda ile 30 yaşındaki oğullarının ‘bekâr’ olduğunu ve pek tabii ki dünyanın neresinde olursa olsun cemaatimizin geleneksel bir ferdi olarak bu konuda çok dertli olduğunu, oğlunu ‘uygun’ birisi ile evlendirmek istediğini, bizlere e-mail adresini vererek muhtemel ‘uygun’ adayları bildirmemizi rica etti. Biz de Oksford İngilizcemizle cevap verdik; “hey may men, in evri cob der iz e ‘no’, vi may faund a haus görl, hu has proper hends and feys”. (Oksford’a gitmemiş bir kısım okuyucu için tercüme ediyorum: “Hey adamım, her işte bir hayır vardır, bakarsınız eli yüzü düzgün bir ev kızı bulabiliriz”)
Kahvaltımızı bitirip, yüzümüzde tatlı bir tebessüm bırakan damat adayının ailesi ile vedalaştıktan sonra yağan çok güçlü tropik yağmura aldırmadan safarimize doğru yola koyulduk. Önce minibüs ile kısa bir yol yaptık. Sonrasında elektrikli tren benzeri bir alet ile yağmur ormanlarının balta girmiş ve ıslah edilmiş patika bir yolunda nehre doğru sağanak altında, yarım saatlik bir yolculuğu daha yaptık 100’lerce basamağı sağanak yağmur altında inip 2x200 adet beygir ile donatılmış, Zodyak’ımıza kavuştuk. Timsahlar? Şimdilik görünürde değiller, “hakuna matata” buna da şükür. Fosforlu kırmızı can yeleklerimizi giydik, bottan düşersek; kurtarma ekibinin timsahlardan önce bizi bulmasını ümit edebilmek için su üzerinde kalabilmemiz gerek. Akıntı bildiğiniz gibi değil… Hafif tedirgin bir halimiz var, ne de olsa en emniyetli taşıt olan ‘uçak’ta değiliz. Botun burun kısmında sırıtkan bir delikanlı videomuzu çekiyor, motorlar çalıştı, çılgın akıntıda çağlayanın dibine doğru ilerlemeye başladık. Yağan yağmurun etkisi ile sırılsıklam ve ötesi olmuş vaziyetteyiz, üzerimizde kullan-at şeklinde yağmurluklar var ama pek bir işe yaradığını söyleyemeyeceğim. Ama ne demişler “havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun”.
Hoplaya zıplaya çağlayana yaklaşıyoruz, ‘sebeb-i hayatım’ yanımda, giderek elimi daha çok sıkı tutuyor ve bana sokuluyor. Hafif hafif bir ‘tırrrssss’ vaziyetinde, elinden gelse dönecek ama çok geç. Ben halimden memnunum, macera, heyecan benim göbek adım!!! Biz gece vakti ne pumalar, jaguarlar dolu ormanlara girmişiz, küçücük bir timsah ve bu çılgın akıntı ve tepemize doğru inecek olan tonlarca su bize ne yapabilir ki? Bir şey yapamaz, herhalde, sanırım, eminim, belki… En gülümser maskemi takmak zorundayım çünkü videocu delikanlının tam önündeyim… Dünya aleme rezil mi olacağız, çığlıklar ata ata, rodeo misali hoplaya zıplaya ilerliyoruz, sıfır noktasına yaklaşıyoruz. Yok, canım ciddi olamazsınız, ne yani? Bu mudur? Bu çağlayanın altına mı gireceğiz, “neme lazım niyetine, seyahate çıkmadan çocuklara vasiyetimi yazmış kapalı bir zarfta dolaba koymuştum, kimselere borcum yok, iyi güzel. O zaman; ‘repozo en ganeden’ ilk hedefimiz İguazu, tam yol ileri…
Hayatımda bu kadar ‘tarif edemediğim’ duygular ile güzel vakit geçirdiğim zamanlar kısıtlıdır. Bu da onlardan biri idi. Çocukların zarfı açmasına gerek kalmadığı gibi, bir daha yapar mısın sorusuna da vereceğim tek cevap var: kesinlikle evet…
Üzerimizdeki sırıl ve de sıklam elbiseleri değiştirip havaalanına doğru yol alacağız valla ne yalan söyleyeyim insanın memleketi, evi gibisi yok. Burnumda tütüyorlar. İşte bir seyahati de burada bitirdik, yakında yeni konular ve ile görüşmek üzere…
Gönül spotu: Profilo Alışveriş Merkezi’nin ana kapısına sırtınızı verin, sağ tarafınıza doğru ilerleyin, çok kısa bir mesafede köşede börekçi var, takılmayın oraya, sağa sapın 10 metre sonra yol çatallaşıyor. Sağ tarafta ‘Otopark 5 TL’ yazısını göreceksiniz, oraya arabanızı bırakın ve çatalın soluna gidin, her daim güleryüz ile karşılanacağınız Down Cafe sizleri bekliyor. Down sendromlu “içimizden birilerinin” servis yaptığı bu mekâna her fırsatta gitmeyi ve bunu çevrenize yaymayı ihmal etmeyin… Bu kısacık ziyaretiniz, onları hayata daha sıkı bağlanmalarını sağlayacak. Aileler ile birlikte tüm çocukların mutluluklarının artması sizin bu küçücük çabanıza bağlı. Haydi bakalım… Göreyim sizleri …
Sevgiyle kalın.