Rudyard Kipling’in ünlü ‘If’ şiirini bilmeyen var mıdır? Ya da aralarında Bülent Ecevit ve Emre Kongar’ın da bulunduğu pek çok kişi tarafından gerçekleştirilmiş olan, ‘Eğer’ başlığını taşıyan Türkçe çevirisini?
Rudyard Kipling’in ünlü ‘If’ şiirini bilmeyen var mıdır? Ya da aralarında Bülent Ecevit ve Emre Kongar’ın da bulunduğu pek çok kişi tarafından gerçekleştirilmiş olan, ‘Eğer’ başlığını taşıyan Türkçe çevirisini? Ben duymadım, okumadım diyorsanız, internetten kısa bir araştırma yaparak Türkçe veya İngilizcesine ulaşın, ne olur... Her devre uygun, okunmaya ve üzerinde düşünmeye değer bir eserdir.
Kipling ile boy ölçüşecek değilim; ondan ancak esinlenebilirim. Şiiri bilmem kaçıncı kez yeniden okuduğumda, günümüz koşullarına uyarlanmaya çok uygun olduğunu fark ettim ve bir deneme yapmaya karar verdim.
Eğer aklı başında olmayanların peşine düşüp, yola koyulmuşsan / Herkes kuşkuya düşmüşken, sen hiç umursamadan kafanın dikine gidiyorsan / Ve senin gibi düşünmeyenleri hoş görmüyorsan / Sabredemiyorsan ve daha kötüsü, beklemen gerektiğini aklına bile getirmiyorsan / Herkes yalan söylüyor, ben de yalan söylesem ne olur ki, diyorsan / Hakkında yalan söylenirken, reklâmın kötüsü olmaz diye böbürleniyorsan / Senden nefret edenlerden iki misli nefret ediyorsan / Akranlarına tepeden bakıyor ve bunu kendinde hak biliyorsan / Düş kurmayı unutmuş, hırslarının esiri olmuşsan / Bireysel zaferini tek hedefin yapmışsan / Yenilgi olasılığını aklına bile getirmiyorsan / Gerçekler çarpıtıldığında sesini çıkarmıyor / Üstelik durumdan kendine fayda çıkarabileceğini hesaplıyorsan / Yaşamını manevi hiçbir esere dayandırmamışsan / Dolayısıyla da yaratmaya gerek görmüyorsan / Kazandıklarının tümünü bir çırpıda riske atabiliyor / Ve kaybettiğinde canım sağ olsun diyorsan / Geçmişten ders almadan hep bilinmezliğe yöneliyorsan / Yüreğini, aklını ve kaslarını sadece kendin için çalıştırıyorsan / Kalabalıklara bir tek kendi erdemlerinden söz ediyorsan / Güçlünün yanında yürüyebilmek için dostlarını yok sayıyor / Sana güvenenleri yarı yolda bırakıyorsan / Yaşamının her dakikasını maraton koşar gibi yaşıyorsan...
O zaman... Durup düşünmen gerek çünkü bu gidişler gidiş değil be abi!
Çevrenizi biraz incelerseniz, yukarıda saydığım davranışları sergileyen insanları hemen fark edeceğinizden eminim: Sizi çoktandır aramayan, siz aradığınızda hep nefes nefese ama gurur dolu bir sesle ne kadar meşgul olduğunu anlatan tanıdıklarınız örneğin; eskiden arkadaş bildiğiniz ama artık ancak tanıdık diye nitelendirebildiğiniz insanlar; telefonda iki lâf etmeye çalışırken, arka planda kap kacak ve çeşitli su sesleri duyulduğu için, size ‘kaliteli’ birkaç dakika bile ayırmayı çok gördüğünü anladığınız kişiler; bir randevuya gidemediğinizde, sebebini sorma zahmetine katlanmadan hemen serzenişte bulunanlar; hastanede bir yakınınızın başında beklediğinizi söylediğinizde, hastanın hatırını sormayı aklına bile getirmeyip doğrudan kendi gündemine geçenler... Onlara sesleniyorum:
İşte o zaman hesabını baştan yapman gerek çünkü ortada çok büyük bir yanlışlık var be abi!
Etrafımızdaki insanların bir ağaç gölgesi kadar bile mi kıymeti yok? Hepimiz birer ağacız ve bir ihtimal, Gan Eden’deki Hayat Ağacı’nın (Ets aHayim) birer modeliyiz. Adam ile Hava’nın Cennet Bahçesi’nden kovuluşuna karşı, bir tür telâfiyiz. Hatırlarsanız, Tora’daki emir sayısının 613 olduğunu öğrenmiştik. Kabalistik öğretiye göre, hepimiz Adam’ın ruhunun 613 parçasının birinden vücuda geldik ve bir insanın yaşamı boyunca (reenkarnasyonları dahil) ilişkide bulunacağı kardeş ruhların sayısı 613’tür. Bu kardeş ruhların kimisi uzak ve yakın akrabalarımızdan, kimisi hayatımızda çok özel yeri olacak eşlerimizden, kimisi ise komşularımızdan, iş yaptığımız kişilerden ve tanıdıklarımızdan oluşacak. Eşler dedim farkındaysanız. Tanıştıkları ilk kişiyle evlenen şanslı kişilerin sayısı pek azdır. İnsanlar çok iyi niyetlerle nişanlanır ama ayrılır; evlenir, ne yazık ki eşini kaybeder, sonra bir daha evlenir. Demek ki insanın eşinin, hayatta tek bir kişi olması gerekmiyor.
Eğer “Adam’ın ruhunun 613 parçası” ifadesi kafanızı karıştırdıysa, şöyle bir açıklama yapayım. Adam’ın ruhunu insan bedenine benzetecek olursak, kimimiz Adam’ın başından kimimiz kolundan, kimimiz ise el parmağından, topuğundan, vb. kaynaklanıyoruz. Her bir enkarnasyonda karşılaştığımız kişiler (ebeveynlerimiz, eşimiz, çocuklarımız ve çevremizdekiler), muhtemelen Adam’ın aynı uzvundan (sözgelişi kolundan) oluşmuş ruhlardır.
Rabilerimize göre dünya üç temele dayanır: Tora öğrenimi, ibadet ve sevecen iyilik (hesed) eylemleri. İnsanın yaratılma amacı, birey olarak başarıya ulaşması değil; ait olduğu tüm çevrelerle birlikte -çekirdek ailesi, geniş ailesi, dostları, komşuları, kendisini yönetenler ve yönettiği kişilerle, kısacası ilişkide bulunduğu herkesle (yani Adam’ın ruhunun aynı bölümünden yaratıldığı kişilerle) birlikte, yaratılışın hedefine ulaşmasına katkıda bulunmasıdır. Bu süreçte insan, insanlığını unutmamalı ve herkesin iyiliğinden şahsen sorumlu olduğu bilincini taşımalıdır.
Çok mu didaktik oldu? Haklısınız. Daha basite indirgeyeyim. Bir merhabayı, bir tatlı sözü, bir tebessümü çok görme be abi! Koş koş nereye kadar, di mi ama?