O ses Türkiye mi?

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
15 Şubat 2012 Çarşamba

Haftalardır Acun Ilıcalı’nın ekranlara armağan ettiği ‘O Ses Türkiye’ adlı yarışmayla Pazar akşamları televizyon ekranları şenleniyor. Dramalarda gözü yaşlı kadınlar görmekten bıktığımız, silahların susmadığı, kadınların şiddet gördüğü dizilerden başımızı alamadığımız günlerde Türkiye’nin yetenekli gençleri ile hiç olmazsa müziğe doyuyoruz ve kulağımızın pası siliniyor.

Türkiye’nin dört bir yanından hatta Yavru Vatan’dan gelen birbirinden yetenekli gençler, genç nüfusa sahip kalabalık ülkemizin geleceğe aydınlık adımlarla ilerlediğinin en güzel ispatlarından biri bence.

Yine de düşünmeden edemiyor insan.

O ses gerçekten Türkiye’nin sesi olmaya değer bir ses mi? Bu kadar büyük bir unvanı hak eder nitelikte mi?

Biz ses dediğimizde Zeki Müren, Bülent Ersoy, Emel Sayın, Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Erol Evgin, Nükhet Duru gibi dev seslerle büyümüş bir nesil olarak sahnede sesle birlikte; bir ışık, bir farklılık, bir göz doluluğu arıyoruz galiba.

Asalet, kalite ve farklılık arıyoruz.

Hiçbir isme, hiçbir sese benzetemediğimiz, tavrını bambaşka bulduğumuz sesi arıyoruz.

Bir şarkıyı çok güzel söylemekle bir ülkenin sesi olabilmek arasında ciddi bir fark olduğunu düşünüyorum.

Bir ülkenin sesi olabilmek için, eğitilebilir sese sahip olmak kadar; iyi bir altyapıya, görgüye, bilgiye ve havaya da sahip olmak gerekiyor. Sahneye çıkıldığı zaman kişileri ekran başına kilitlemek; onları söz, müzik ve tavırla başka dünyalara taşımak gerekiyor. Şarkıların hakkını vermek, çok güzel giyinmek, sahnede birbirinden güzel gösterilerin altına imza atmak, muhteşem performanslar göstermek şahane; ama o ses olabilmek için hiç kimsede olmayan bambaşka bir özelliğe de sahip olmak gerekiyor ki o özelliğin adı bence henüz konmamıştır.

O özellik, kişinin tamamen kendine has havası, büyüsü ve güzelliğidir.

İbrahim Tatlıses sahneye çıktığı zaman, o tarz müziği seven sevmeyen herkes nasıl o farklı tarza ve sese bağlanıp kalıyorsa, Tarkan eşi benzeri olmayan o yorumuyla akranları arasından sıyrılıp nasıl yüz binleri bir şarkısıyla ayağa kaldırıyorsa, Ajda Pekkan pek çok sanatçıdan yaşça büyük olmasına rağmen; nezaketi, klası, farklılığı ile nasıl hâlâ geçilemiyor, bir benzeri bulunamıyorsa o ses de öyle olmalı işte!

Bu tür iddialı yarışmalarda oy kullanırken Acun Ilıcalı’nın emeklerini, jürinin hem öğretmen hem eleştirmen olarak gösterdikleri müthiş performansı ziyan etmemek, hak edene hakkını vermek adına saydığım örneklerin en azından yanına yaklaşabilen sese odaklanmak gerekiyor.

Bu Pazar Hülya Avşar, yarışmacılarıyla şarkı söylerken yazımın konusu bu olmalı dedim. Müzik dünyasına adım attığında sesi eleştirmenlerce yerden yere vurulan Avşar kızı, bugün yanında bu yolculuğun başında olan adayları fersah fersah geride bırakarak sahne ışığıyla o kadar sene ara verdikten sonra ekranlara muhteşem bir biçimde geri dönebiliyorsa ‘farklılık’ olarak nitelenen; ama adı konamamış o ışığa özellikle dikkat etmek gerekir.

Sahnede olmak için Allah vergisi bir ışıltıya ve seçkinliğe sahip olmak bence şart.

Yoksa sesler istediği kadar güzel olsun o ışıltı yoksa hep aynı kişiden hep aynı şarkıyı dinliyor gibi oluyor insan.

Gül de çiçek hanımeli de. İkisinin de muhteşem kokuları apayrı değerleri var; ama özel bir zamanda muhteşem kokusuna rağmen hanımeliyi değil, gülü tercih ediyoruz.

Neden mi?

Çiçeklerin içinde en asili de ondan…