Bu defa, sosyal sorumluluk adına, kutuplarda üşüyen penguenlere kazak örme projesini bir kenara bırakıp ‘farklı dostlarımız’ için bir iki satır yazmak istiyorum, müsaadelerinizle efendim…
Geçenlerde İZEV Vakfı’nın ‘İZEV Çocukları İçin El Ele’ kampanyası çerçevesinde düzenledikleri geceye katıldım. Jess’in sunumu eşliğinde Geveze’nin şovu ile hoşça vakit geçirdik. Gösterinin sonlarına Geveze usta anlatımı ile “İnsanların her şeyini alabilirsiniz ama ümitlerini almayın. İnsanları asla umutsuz bırakmayın” söylemi hepimizi etkiledi.
Ne kadar doğru, insanın geleceğe yönelik hiç bir ümidi yok ise, elinde ne kalır… Koskoca bir ‘hiç’ İZEV’in kuruluş ve faaliyet amacı hep bir umut üzerine. İZEV’de, çocuklarının bugünleri için çalışmalar soluksuz devam ediyor. Ancak asıl amaç, “bizden sonra da kendi ayakları üzerinde ve mutlu bir şekilde yaşamlarına devam edebilmeleri.” Geleceğe dair tüm faaliyetler, tüm çabalar bu uğurda. Geveze, iki küçük hikâye anlattı bu konu üzerinde. Süperdi… Aslında sadece bu iki ‘güçlü’ hikâye değil genelde Geveze’nin anlatımlarını gelmeyenlere, gelemeyenlere aynı tat ile olamasa da naçizane aktarıyorum…
“Bedevinin biri çölde uzuuun bir yolculuk yaparak bir şehirden, bir şehre gidiyormuş. Yolunun üzerinde susuzluktan ölmek üzere olan birini görmüş. Hemen yardım etmek, hayatını kurtarmak için yanına gidip devesinden inmiş. Tam bu esnada yerde yatmakta olan, bedevinin boğazına dayadığı bıçakla devesini, tüm servetini ve hatta elbiselerini bile almış. Soyguncu, deveye binip hızla oradan kaçmaya başladığında, bedevi arkasından ‘Noolur bu olanları kimselere anlatma’ diye bağırmış. Hırsız duydukları karşısında şaşırmış deveyi durdurmuş ve geri dönmüş, ‘Neden anlatmayayım ki?’ diye sormuş hayretler içinde. Soyulan bedevi cevap vermiş: ‘Bu olanları anlatırsan, bir daha çölde zor durumda kalanlara, gerçekten yardıma ihtiyacı olanlara kimse yardımcı olmak istemez, benim başıma gelenler yüzünden gerçekten yardıma ihtiyacı olan insanların hayata tutunacakları bir umut kalmaz.’ Bu çölde yardıma muhtaç insanların, gelebilecek yardıma dair hiç bir ümitlerinin olmamasından daha kötü ne olabilir…”. Bu biiiirrrr.
Bu da ikiiiii:
“Küçük istavrit, iğneden son anda kurtulan (onlar kendi aralarında bunlara yarık dudaklılar diyorlarmış) diğer istavritlerden ‘yukarısı’ için duyduklarından çok etkilenmiş. Yukarıdaki gökyüzünü, yeşil ağaçları, vapurları, martılar hep merak edermiş. ‘Yukarıyı’ görmek artık onda bir takıntı halını almış. Bir gün merakına yenik düşerek bir iğneyi var gücüyle ısırmış. Başlamış hızla yukarıya doğru çekilmeye, yüreği pır pır atıyormuş, canı yansa da ‘yukarıyı’ göreceği için çok heyecanlıymış. Sonunda sandala ulaşmış, balıkçının iri elleri arasında dudağındaki iğne hoyratça çıkarılıp, küçük yeşil leğene atılana kadar etrafını seyretmiş. Leğene düşünce arkadaşlarını görmüş, kimi bayılmış, kimi artık hareket etmiyormuş. İşte o anda yaptığından çok pişmanlık duymuş, başlamış leğenin içinde dönmeye… Ama ne çare. Kendisi için de yolun sonuna geldiğini anlamış. Birden dışarıdan uzanan bir el, onu tuttuğu gibi denize atmış… Balıkçı kızmış ‘Heeey arkadaş neden balığımı denize atarsın?’ Adam balıkçıya dönmüş ve söyle demiş: Bu balık aşağıdaki arkadaşlarının yanına ulaşınca, onlara başından geçenleri anlatacak ve onlar da bilecekler ki, kurtuluş için, yolun sonuna gelindiği sandığın ‘o son anda’ bile kurtuluş için her zaman için bir ümit vardır…”
Genelde- kafamızı bir yere vurduğumuzda “ah” diye bağırır ve elimizi üstüne koyar derhal tedaviye girişir, bir an önce bu ağrıdan kurtulmak için çareler ararız. Bir başkasının başı ağrıdığında, pek umursamayız. “Amaaan, bana ne benim başım ağrımıyor ki, problem onun …” deriz… Demez miyiz? Peki! Kabul, abartmayayım… Demesek de öyle davranırız. Bu davranışımız asla tahammülden değildir; maalesef ki normal olağan ve doğal olarak bu şekilde tepki veririz, daha doğrusu tepkisiz kalırız. Adeta görmemeye, fark etmemeye, duyarsızlığa alışmışızdır.
O akşam bir salon dolusu ‘gönül dostu’ bu şova gelerek büyük bir iş veya yardım yaptığımızı düşünmüyoruz. Bizler yapmamız gerekeni yaptık, insan olmanın gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Peki, onlara ne verdik? ‘Bir damla umut’ sadece ve hepsi bu…
İZEV çocuklarının sloganı: “Sadece farklıyız, bizler de varız.”
Bunun adı yardım değil, bunun adı sadece yapmamız gerekeni yapmak, hâlbuki bu çocuklar bize ne mesaj veriyorlar? “Sadece farklıyız, biz de varız” gönül gözleri açık olan herkesin göreceği kadar açık ve net.“Bizler de varız” diyenlere bir damla umut… Çok mu?
Sevgiyle kalın.
Not: Bu hafta da her zamanki gibi içimden geçenleri yazıya döktüm… İhtiyacı olan herkese, her konuda, çeşitli şekillerde destek veren sayısız ve fedakâr gönüllünün varlığı hepimizce malum… Niyetim kendim dâhil ‘duyarlılığı arttırmak’ ve fakat kimseyi darıltmak gücendirmek veya bir kampanya başlatmak değil. Sonuçta, Dilber Hala’nın dediği gibi “Ben lafımı ortaya koruuum, beğenen gelir alır, beğenmeyen bırakır kaçar.” Sürç-ü lisan ettiysek affola.