Karşılaştığım dostlar, tanışlarım, sıkça torunumun hatırını sorarlar, “Yazmıyorsun çoktan beridir, ne yapıyor kerata?” derler. Dere Bey büyüdü. Artık tam üç buçuk yaşında koca bir delikanlı oldu. Okula bile gidiyor! Sayı saymasını, adını yazmayı, renkleri, balıkları, kuşları, börtü-böcekleri, hepsini biliyor. Bilmekle kalmıyor, bana da öğretiyor! Torunumla karşılıklı bilgi değiş tokuşu yapıyoruz. O bana denizdeki balıkların adlarını öğretiyor, ben de ona karadaki hayvanları tanıtıyorum.
Sorgulama güdüsü çok gelişti. Hiç durmadan soruyor: “O ne? Bu ne? Şu niye? Burası nasıl?” Verilen cevaplarla yetinse iyi, soru üstüne soru… Geçenlerde onu Yüksekkaldırım’daki bizim Aşkenaz Sinagoguna götürdüm, dış kapıyı açmak için kendime doğru çekerken çok zorlandığımı gördü, “Dede, bu kapı neden bu kadar ağır?” diye sordu. Uzun uzadıya güvenlik meselesini atlattım, tatmin olmadı, “ama neden?”i yapıştırdı. Gel de anlat bakalım!
Gelecekte hangi mesleği yapacağı konusunda kararlı. ‘Tamirci ustası’ olacağım diyor! Kendisine bir lakap dahi bulmuş: ‘Ali Yaman Usta’! Bayılıyor alet edevatla oynamaya. Öyle plastikten yapılma sahte oyuncaklarla değil, gerçekleriyle oynuyor. Evimizde ne kadar alet varsa, kendi evine taşıdı. Sanırsınız ki çekiç koleksiyoncusu! Boy boy, renk renk çekiçleri var. Alyan anahtarı nedir? Zımpara nasıl yapılır? Boru anahtarı nasıl tutulur? Kargaburun ne işe yarar? Hepsini biliyor! Vidaların boylarına uygun matkap ucunu ve dübelleri seçmeyi bile beceriyor ki, pek çok marangoz ustasının (!) bu konuda sıkıntı yaşadığına tanık olmuşumdur.
Bir ara kafası karışmadı değil. Annesi geçenlerde onu Beyoğlu İtfaiyesi’ne götürdü, araçları yakından görüp tanısın diye. İtfaiyeci abileri onu çok sevmişler, etkilemişler. “Naniiii… Naniiiii…” diye ortalıkta gezinmeye başladı. “Dede, büyüyünce ben de itfaiyeci olacağım” diye ağız değiştirdi. Kışkırttım hemen: “Hani sen Ali Yaman Usta idin, tamirci olacaktın?” Kısa bir tereddüt anı geçirdi, ama çabuk toparlandı. “Ben itfaiyede tamirci Ali Yaman usta olacağım!” dedi.
Onunla aynı sınıfta olan arkadaşlarını sondajladım; her birinin şimdiden belirli hedefleri olduğunu öğrendim. Dere Bey gibi marangoz veya tamirci olmak isteyen az, doktor, hemşire daha çok… Ama esas revaçtaki meslek polislik… Benim dönemimde çoğumuz asker veya öğretmen olmak isterdik. Anlaşılan yeni nesil çocuklar şimdiden vizyon sahibi; askerlikten soğumuşlar, öğretmenliği de nedense gözleri pek kesmiyor!
Bu kuşağın bir önemli farkı da teknolojiye olan yatkınlığı; Dere Bey için akıllı telefonlar, tablet bilgisayarlar sıradan araçlar. Kullanmasını neredeyse benden iyi beceriyor. Tablet bilgisayarda kendisine uyan oyunları hemen buluyor, bir süre kendi kendine oyalanıyor. Sıkılınca, bu kez YouTube’tan çizgi filmleri seçiyor. En sevdiği de Walt Disney’in 1933 tarihli bir animasyonu, ‘Üç Küçük Domuzlar’… Domuzlar hain kurdu alt ettikçe zevkten dört köşe oluyor. Çığlık çığlığa kahkahalar atıyor.
Aynı kahkahaları Peter ile Kurt adlı favori çizgi filmini izlerken de atıyor. Aslında hikâyesi Sergei Prokofiev’in müziği üzerine kurulu bu yapımda bana kalırsa gülünecek bir şey yok. Aksine, film karanlık ve dramatik sahnelerle dolu! Ama bizimki bunlardan da kendine gülme payı çıkartabiliyor. Şişman kedinin buz tutmuş göle düşmesi, kanadı kırık karganın uçan balon sayesinde uçmaya kalkışması, hatta şapşal ördeğin aç kurda yem olması gibi ürkünç bir sahne bile onu kahkahalara boğuyor. Hiç bıkmadan, yorulmadan defalarca aynı sahneleri izliyor.
Neyse ki önünde sadece iki buçuk yıl kaldı. İki buçuk yıl sonra resmen okula başlayacak ve tüm bunlar geride kalacak. Biliyorum, iki buçuk yıl süresince eğitim sistemimizde pek çok şey değişebilir tabii. Örneğin şimdilerde gündemde olup tartışılan 4+4+4 sistemi uygulanmaya başlanır, ya da bambaşka bir sisteme geçilir, önemli değil. Değişmeyeceğine emin olduğum, eğitimdeki temel unsurlardır.
Birkaç yıl önce bir ilköğretim okulunda çocuklardan öğretmenlerinin karikatürlerini yapmalarını istemiştik. Ana okul sınıfıyla birinci ve ikinci sınıftakiler korkunç karikatürler çizmiş, öğretmenleriyle acımasızca dalga geçmişlerdi. Öğretmenlerinin fazla kiloları, sivilceleri, pırasa saçları bir bir kâğıtlara yansımıştı. Üçüncü sınıftan itibaren durum düzeliyordu. Hele beşlerin çizimleri dört dörtlüktü! Sanırdınız ki ‘best-model’ seçmeleri! Hatta çizimlerin altına minik notlar da iliştirilmişti, “Öğretmenlerin en güzeli! Öğretmenimizi çok seviyoruz!” filan gibi…
Eğitim budur işte! Dere Bey de iki buçuk yıl sonra gerçekleri öğrenmeye başlayacak. Hayatta sadece tamirci, polis, itfaiyeci, doktor gibi mesleklerin bulunmadığını, atom mühendisliği, makro ekonomi uzmanlığı, siyaset bilimciliği gibi daha pek çok seçeneğinin olduğunu öğrenecek. O anki mevcut sisteme göre kâh dört yılda, kâh sekiz yılda hangi mesleği seçeceğine karar verecek… Gereksiz yere soru sormamayı, sorgulamamayı, önüne konulan a-b-c-d şıklarından bir tanesini seçmenin yeterli ve sağlığa yararlı olduğunu kavrayacak. Tablet bilgisayarında sadece alması gerekli görülen bilgiler olacak. Dilediği an öyle palas pandıras YouTube’lara, Google’lara giremeyecek…
Gülmenin, mizah yapmanın sakıncalarını görecek, ciddiyeti öğrenecek. Korkuyla tanışacak. Saygının korkutma yöntemiyle edinildiğini öğrenecek. Sadece hain kurttan değil, küçük domuzcuklardan da korkacak… Uzun lafın kısası, adam olacak!