Meri İstiroti’nin, Otuz Yaşa Mektuplar’ını okuyorum. Bu kitapta olgunluk çağındaki ünlü ve başarılı kırk beş insan, kendi otuz yaş gençliğine seslenirken, aslında bu yaştaki tüm gençlere duygu, düşünce ve deneyimlerini aktarıyorlar. Bu mektuplarda, doğal olarak gençliklerinde yapılmış olan hatalardan hayıflanmalar da yer alıyor, “iyi ki yapmışım, aynı yaşta olsaydım yine yapardım” diyerek, geçmişteki düşünce ve eylemlerini bu gün de onaylayanları okuyoruz.
Kitabın sayfalarını çevirirken, sevdiğim, yazılarımda sıkça dile getirdiğim Jorge Luis Borges’in Anlar şiirini anımsadım. Hani, “Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya” dizesiyle başlayan... Şiir ne denli hayıflanmalarla sürse de, bize yaşadığımız an’ın değerini, geçen zamanın bir daha ele geçemeyeceğini yalın sözcüklerle ortaya koyuyor. Bu otuz yaşa seslenen mektuplar gibi...
Kitabı okurken zaman zaman düşündüm: Bu tür bir mektup kaleme almak isteseydim neler yazar, yaptıklarım için kendimi ne kadar över, yapamadıklarım, pişmanlıklarım ya da hatalarım için “keşke” sözcüğünü ne kadar sık kullanırdım?
Doğrusu kendimle söyleşmek için de olsa bilgisayar ekranının başına geçtim. Bir süre boş gözlerle baktıktan sonra, içimden hiçbir şey yazmak gelmedi, yazamadım. Bir hesaplaşma kaygısı desem, değil. Öyle hayıflandığım, pişmanlık duyduğum, dile getirmekten korktuğum hiçbir konu da yok. Geçmişimdeki her an, olumluluğu, olumsuzluğu, hata ve sevaplarıyla nasılsa yaşanmıştır. Belki diyorum, denemelerimde sıkça kendimden söz etmiş olmam, bunları yineleme kaygısı beni yazmak için engellemiştir; belki de hiçbir gencin, benim düşünce ve deneyimlerimi okumak için ayıracak bir zamanı olmamasının kaygısı!..
Yazılarımda sıkça yinelemişimdir: Her insan, kendi deneyimlerini mutlaka yaşamak zorundadır. Zorunlu olmadıkça, kimse bir başkasının gölgesinde büyümekten hoşlanmaz. İstediğimiz kadar güvendiğimiz, inandığımız insanların yaşadıklarını severek ve ilgiyle okuyalım, öğütlerine içtenlikle kulak verelim, sonuçta aklımızın rehberliğinde, her türlü riski göze alarak kendi yaşam yolumuzu çiziyoruz. Kitapta okuduğum mektupların büyük bir çoğunluğu, bu görüşümü kanıtlamaktadır. Nitekim Meri İstrioti de, tüm deneyim ve öğütlere kulak verdikten sonra gençlere, “yüreğinden gelen ses en doğru sestir” diyerek, sezgilerine güvenme ve kendi başlarına karar alma sorumluluğunu yüklemektedir.
Bu günkü aklım, bilgim ve birikimimle geçmişime yönelik yapacağım yorumlar, gençlere tutabileceği ışıktan çok, benim bu günümü ve geleceğimi aydınlatmada yararlı olacağını düşünüyorum. İnançlı bir Hıristiyan’ın günah hücresinde hatalarını itiraf edip, onların yükünden az da olsa sıyrılması gibi...
Sanıyorum gençlere seslenen mektuplardaki bu yaşanmışlıklar, iç hesaplaşmalar, yaşıtlarımız arasında daha çok ilgi toplayacaktır. Bu ilgi, kuşkusuz artık onlardan yararlanmak için değil; deneyimlerimizi, yaşadıklarımızı kıyaslamak için!..
Kendi payıma şunu söyleyebilirim:
Okuyucusu kim ya da hangi yaşta olursa olsun, önemli olan bu mektupların yazılmış olmaları!
Ben bu kitabı büyük bir keyifle okudum.