(...) "Dizilerin serin sularda sohbet konusu yaratmak gibi bir özelliği var. İş yerlerinde, ufak arkadaş gruplarında, bir önceki günkü dizilerdeki olaylar, sohbeti başlatmak ve hatta kimseye tam bir hakarette bulunmadan ahlaki doğruları ve görüşleri paylaşmak için serbest bir ortam yaratıyor." (...)
"Dizi izlemeyenleri anlıyorum” demiş Pakize Suda pazartesi günkü yazısında. “Vaktin yoktur, ilgini çekmez veya prensip olarak reddedersin.” Her ne kadar yazısına “anlıyorum” diyerek başladıysa da yazının tamamını dizi izlemeyenleri azarlamaya ayırmış. Hatta yazının bir yerinde “Dizinin de iyisi kötüsü var, seçersin, ancak tamamen inkâr etmek, toplumun içinde olmak açısından yanlış” diyor. İzlememek onun bakış açısına göre imkânsız, aradan 2-3 tane iyisini seçip izleyin, demeye getiriyor. Sanırım, televizyonda dizi izleyenleri küçümseyen bir bakış açısı hissetmiş, bu öfkesi onlara.
Hâlbuki dizi izlememek de bireysel bir karardır. Sorgulamak kimsenin haddi değildir. Ancak televizyon dizilerinin hayatımıza neler kattığını veya eksilttiğini bilirsek, belki biraz daha bilinçli karar almaya çalışırız.
Dizilerin serin sularda sohbet konusu yaratmak gibi bir özelliği var. İş yerlerinde, ufak arkadaş gruplarında, bir önceki günkü dizilerdeki olaylar, sohbeti başlatmak ve hatta kimseye tam bir hakarette bulunmadan ahlaki doğruları ve görüşleri paylaşmak için serbest bir ortam yaratıyor. Dizilerle yatıp dizilerle kalkan kişilerle teması sürdürmek için günlük işler, hatta yemekler bile dizi saatlerine göre ayarlanıyor. Olaylar, günlük hayatta gerçekten yaşıyor gibi tartışılıyor. (bu yazdıklarım dizilerin iyi yönü mü, kötü yönü mü sizin takdirinize bırakıyorum)
Dizilerde işlenen konular tesadüf değil tabii ki. Bir toplumun kendi imajını yansıtma şekli. Yaygın olan inanışlar ve kabul edilebilir davranışlar (bazen yalan söylemek gereklidir gibi) dizilerde işlenince toplum kendini tasdik ediyor, kutsuyor.
Gelelim dizi tutkusunun kanıtlanmış sakıncalarına. Dizi biter bitmez, kişi bir boşluğa düşüyor. Can sıkıntısı, hayata tekrar dahil olma zorluğu tatminsizlik, ve düşük konsantrasyon gibi sonuçlarla baş etmesi gerekiyor. Bunun sebebi de muhtemelen uzun saatleri pasif geçirmenin verdiği suçluluk hissi. Başka bir etkinlik için ayrılabilecek sürenin yok olmasına izin vermenin suçluluğu. Yakınlara ayrılan sürenin azalması da doğal sonuçlar. Örneğin bir anne çocuğuna haftada 34 dakika gerçekten sohbet vakti ayırırken (yedin mi, içtin mi hariç) televizyona haftada 1500 dakika ayırıyor.
Televizyonu, misafirliğe gelip bir türlü evinizden ayrılmayan uzak bir akraba gibi düşünün. Pek çok boş vaktinizi ona harcarken gerçek sevdiklerinizden ne kadar zaman çaldığınızı düşünün. Televizyona göz ucuyla bile bakarken anlamlı bir sohbette bulunmak ne kadar zor farkında mısınız?
Gelelim kişisel görüşüme. Pakize Suda’nın “toplumu tanımak için dizi izlemek gerek” görüşüne hiç katılmıyorum. Toplum, içine dahil olarak tanınır bana kalırsa... Zira dizilerdeki çoğu olay ve karakter, yabancı dizilerden veya başarılı olmuş romanlardan uyarlama, özenti veya çalıntı. Çoğu devamlılık sağlamak için sakıncalı denecek kadar çok kötülük barındırıyor. Ve her şeyin sadece orijinali güzeldir.
Televizyon bile izlenecekse derme çatma uyarlamalar yerine özgünlüğe prim vermek gerek. Çizgi dizi deyip geçilemeyecek bir fenomen var dünyada örneğin. Adı, The Simpsons. Yüzeyde görünen hikâyenin yanı sıra, başka kitaplara, tarihe, filmlere göndermeler yapan anakronik yapılı sürekli dönüşen bir dizi. İzleyenlerin çoğu belki de gönderme yapılan olguların çoğunu kaçırıyor, ama bu dizinin çizgisini düşürmesine neden olmuyor. Çıta hep yukarıda, kapan kapıyor.
Kısacası, dizi izlemeyenlere acıyan gözlerle bakmayın. Belki de onlar kendilerine daha elle tutulur muadiller bulmuşlardır…