Şok reklam tekniği ile yapılmış şampuan reklamını izlediniz mi? Hitler dublaj yapılmış görüntüler eşliğinde ‘kadın giysileri giymediğinize göre kadın şampuanı da kullanamazsınız’ diye böğürerek emirler veriyor. Küçük bir parça sabunu sıkı sıkı tutarak duş alacağı umuduyla gaz odalarında ölmeye giden milyonlarca Yahudi’yi düşünerek reklamı boğazında bir yumruyla izleyenleri boş verin canım!
Şok reklam tekniği ile yapılmış şampuan reklamını izlediniz mi? Hitler dublaj yapılmış görüntüler eşliğinde ‘kadın giysileri giymediğinize göre kadın şampuanı da kullanamazsınız’ diye böğürerek emirler veriyor. Küçük bir parça sabunu sıkı sıkı tutarak duş alacağı umuduyla gaz odalarında ölmeye giden milyonlarca Yahudi’yi düşünerek reklamı boğazında bir yumruyla izleyenleri boş verin canım!.. Önemli olan reklamın kazandığı bedava şöhret… Bizim gibi yumruklarını sıkıp acı duyanlar olduğu gibi büyük bir çoğunluk da bu reklama kahkahalarla gülüyormuş. (yaratıcı ajansın lafıdır, ben uydurmadım)
Şok reklam konusunu uygulamaya karar veren bu marka ilk derse girip gerisini dinlemeyen tembel öğrenciye benziyor. Reklamcılık duayeni Collister’in sözleri, “Partiye açık fermuarlı pantalanonuzdan fırlayan organınızla gelebilirsiniz, herkes sizi hatırlar. Ama sizi bir daha davet ederler mi?” olayı özetlese de yine de şok reklamın amaçlarından ve çığırından çıkabilecek sonuçlarından bahsetmeden geçemeyeceğim.
Amaç belli: Tabu olmuş, hakaret ve duygusal provokasyon içeren konular ve ikonlar kullanarak markayı tüketicinin beynine kazımak. Binlerce uyarana maruz kalan günümüz tüketicisinin beynine minik bir fiske vurarak dikkat çekmek. Başlangıçtaki korku, tiksinti ve öfke beyinde yer ettikten sonra bunu satışa çevirecek marka ile ilişkili daha sofistike bir tanıtıma geçmek gerek. Buradaki anahtar, şoku mizahla birleştirerek yaralayan reklamdan paçayı sıyırmak. Aksi takdirde tüketici üründen uzak durarak reklamcıya gününü gösteriyor. Şok reklamın arkasında geliştirilmiş net bir duruş olmazsa reklam satışa dönüşmüyor.
Bir giyim firmasının reklamlarında Obama, Chavez ile dudaktan öpüşüyor. Başka bir billboard’da üç tane tıpatıp aynı kanlı kalbi yanyana bir masaya dizmişler. Altlarında Beyaz, Sarı ve Siyah yazıyor. Insan ister istemez bakıyor ton farkı var mı diye... Başka bir tanesinde 1. Dünya Savaşı şehitlerinin mezarlığı görülüyor, birbirinin tıpatıp aynısı olan binlerce mezar... Bir araba reklamı dolaşmıştı internette, televizyona vermeye cesaret ettiler mi bilmiyorum: gıcır bir spor arabanın üstündeki cam esrarengiz şekilde açılıyor, etrafta gezen meraklı kedi başını uzatıyor. Cam esrarengiz biçimde hızlıca kapanıyor ve kedinin kafası arabanın içine düşüyor, cansız vücudu da yere...
“Reklamlara toleransla yaklaşan ülkeler daha modern, öfke duyanlar ise az gelişmiş kabul ediliyor” gibi açıklamalara prim vermiyorum açıkçası. Kimse benim zevksiz beceriksiz bir reklama sadece şok ettiği için gülmemi beklemesin. Şöyle düşünelim: reklam bir spor olsaydı şok reklam ‘uç spor’ olurdu. Ancak uç sporu iyi yapan da var, beceremeyip kafa üstü çakılan da...
Şimdi gelelim Türkiye’de bu reklamın yaratabileceği kutuplaşmaya. Reklamcı ekibin tahmin etmediği bir boyut var malesef burada. Hitler’i televizyonda görmenin yarattığı öfke ile kaleme sarılan aklıbaşında insanları çürütmek için pek çok da anti tezler ortaya atılacak. “Aslında Hitler bir savaş adamıydı, çok fakir bir ülkeyi kalkındırmak için elinden geleni yaptı” gibi makul ve yaptıklarını mazur gösteren konuşmalara meydan hakkı doğacak. Şampuanı kullananlar bu kesimden olduğunu hissederek keyif duyacak. Kendini modern ve popüler görüşe ait hissedecek. Komik saçları olan öfkeli bir deli gibi lanse edilen Hitler, derin düşünceyi pek sevmeyenler arasında sembol olacak...
Sonra ayıklayın pirincin taşını...