Yahudi Kanunu gereği, Yahudi bir erkek Tora okumak zorundadır. Moşe’nin Beş Kitabı olarak da bilinen Tora, her hafta bir peraşa (Tora bölümü) olmak üzere, yıl boyunca baştan sona okunur. Dolayısıyla bu emri yerine getiren kırk yaşlarındaki sıradan bir kişi (sıradan derken “din âlimi olmayan” kastediyorum) Tora’nın tamamını aşağı yukarı bilir. Din âlimi ise ezbere bilir – ya da bilmek zorundadır.
Şimdi... Okumak derken kastedilen tabii ki Tora’nın konsejika (eğlenceli bir masal) gibi sadece kulaklarla algılanması değildir. Tora öğrenmek isteyen bir kişi kalbini ortaya koymalı ve her sözcüğün, hatta harfin gizlediği sırrı keşfetmeye çalışmalı, daha iyisi, bu keşfi zaten yapmış olanların yorumlarını hazmetmelidir.
Günümüze gelecek olursak, ne mutlu ki Tora’nın Yolu artık kadınlara da açık; kadınlara ve kızlara yani. Benim neslim, medeni haline bakmaksızın dişilere hiç korkmadan kadın diyebilen bir nesildir. Sahte bir hassasiyetle “bayan”; lâfı dolandırarak “hatun”; kabalaşarak “karı” demez. Fizyolojik durumu ne olursa olsun, Hava anamızın cinsiyetinden olanlar kadındır, nokta. İsminin sonuna, gerekirse “hanım” eklenir. İsmi Ester ya da Jak diye Bayan Ester, Bay Jak demenin hiçbir anlamı yoktur.
Her zamanki gibi yine konudan uzaklaştım, hemen geri dönüyorum. Günümüzde kendini Yahudi olarak tanımlayan her kadın ve erkek Tora okumalıdır. Okumazsa ne olur? Ben bilmem, Rabb’im bilir. Hangi mitsva’nın (emrin) bir başkasına göre daha önemli olduğu belirtilmemiş. İnsanoğlunun aklı Tanrı’nın yaptıklarını anlayabilecek derinlikte olmadığına göre, sığ zekâsıyla bunun tartışmasına giremez. “Aha emirler ortada, beğendiğini al git, beğenmediğini bırak, hesap verme zamanı gelince ödersin” bu kadar, nokta. Nasıl ödersin, bunu da bilemem. Ancak bildiğim şudur ki, Aşem merhametlidir, hem de üç kere merhametlidir; yani insanoğlundan kat be kat anlayışlıdır.
İzninizle yine konudan sapıyorum, sevgili okurlar. Bir bölgede ahali, yağmur duasına çıktı geçenlerde. Yüce Rabb’im yağmuru verdikçe verdi, arkasından yarım metre de kar verdi. Ahali “Rabb’imiz bizi yanlış anladı” dedi, “şimdi güneş duasına çıkacağız”. Fıkra gibi değil mi? Sevgili ahali, Rabb’imiz yanlış anlamaz, neye ihtiyacımız varsa, onu verir.
“Bugün size verdiğim emirlerime sıkı sıkıya uyarsanız, Tanrınızı sever ve Ona tüm kalbinizle ve tüm ruhunuzla hizmet ederseniz, Ben de toprağınız için gerekli yağmuru zamanında, ilkbaharda ve sonbaharda yağdıracağım.” Bu sözler Şema duasından; ancak bütün insanlığa yönelik olmadığını düşünmek için bir neden var mı?
Sakın ola ki yanlış anlaşılmasın, “hak ettiğimizi” demiyorum, “neye ihtiyacımız varsa” diyorum. Tikun’umuz için gerekli olan neyse, Aşem bize onu verir. İyiliğimiz için.
Yine konuya geri döneyim alelacele. Naçizane fikrim şudur ki, kişinin kafa kâğıdının din hanesinde ne yazdığı hiç önemli değildir. Önemli olan kişinin kendini nasıl nitelendirdiği ve bu nitelendirmeye göre nasıl hareket ettiği, sonuçta insana yakışır bir şekilde yaşayıp yaşamadığıdır. Yahudilikten nefret eden ve self-hater (kendinden nefret eden) damgası yemiş birinin kimliğinde Yahudi yazması hiçbir şey ifade etmez; ya da pek çok şey ifade eder ancak bunun tartışmasına hiç girmeyeceğim çünkü konudan bir kez daha sapacak halim kalmadı.
Toparlayalım: Yahudi gibi yaşamak isteyen her kadın ve erkek Tora çalışmalı ve öğrenmelidir. Yahudiliğin Sözlü Kanunu’nun yazıya dökülmüş derlemesi olan Talmud’un, Pirke Avot (Ataların Öğretileri) diye, gerçekten de çok öğretici bir bölümü vardır. Talmud rabilerine göre “çabuk öğrenenler ve zor unutanlar; zor öğrenenler ve çabuk unutanlar; çabuk öğrenenler ama çabuk unutanlar; zor öğrenenler ama zor unutanlar; bir de aradakiler” vardır. Ortalamalar yani. Makul bir sürede öğrenip, makul bir süre sonra unutanlar. En makbulleri, tabii ki çabuk öğrenip zor unutanlardır.
Yine Talmud rabilerine göre Tora çalışmanın üç amacı vardır: Öğrenmek için; öğrenip uygulamak için; öğrenmek, uygulamak ve öğretmek için. En makbulü, doğal olarak sonuncusudur.
Yoğun bir şekilde Tora çalışmaya başlayalı neredeyse on üç yıl oluyor. İlk dönemlerde yaptığım çevirilere bakıp da eksiklerimi gördüğümde ürperiyorum. Bu bir bakımdan sevindirici çünkü ilerlediğimi anlıyorum. Üzülüyorum çünkü hatalarımı düzelten olmamış. Çok basit bir örnek: Hasidizm Hareketi’nin kurucusu Baal Şem Tov’un adını İyi İsimli Üstat olarak çevirmişim ve bu, konunun uzmanları ve editörler dahil, herkesin gözünden kaçmış. Seneler sonra anlıyorum ki, Tanrı’nın İyi İsmini (en doğru biçimde) kullanan Üstat olmalıymış. İsmin nasıl kullanıldığı, Şalom Dergi’deki yazılarımdan birinde var. Kabalistik bir yöntem, kısacası.
Artık bir nebze ustalaştığım konularda çevreme elimden geldiğince yardım etmeye çalışıyorum ama kendimi “iki duvar arasında” hissettiğim zamanlar olmuyor değil: “Vermeye çalıştığım ama almak istemeyenlerin ördüğü duvar” ile “almaya çalıştığım ama bahşetmeye lütfetmeyenlerin ördüğü duvar”.
“Ben bu duvarlara çarpa çarpa nasır tuttum, ağlaya ağlaya yosun tuttum”. Evet, çok güzel bir şarkının sözleri bunlar. Nasır tuttuğum ve ağlaya ağlaya yosun tuttuğum büyük bir abartı ama bir ara “Kim toplar dökülen gözyaşlarını” diye bir şiir yazmış ve etrafımdakilere sormuştum: “Sahi, kim toplar dökülen gözyaşlarını?” “Kim toplayacak? Hiç kimse!” demişlerdi bana. Yıllar sonra öğrendim ki...
Kral David’in 56 sayılı mezmuru şöyle der: “Sürgünlerimi Sen Kendin saydın, gözyaşlarımı testine doldur.” Bu dize, Tanrı’nın testiye sahip olduğundan hareketle “Tanrı insanoğlunun döktüğü gözyaşlarını toplar ve hazinesinde saklar” şeklinde de yorumlanmaktadır.
Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olayım, öğrenmenin yaşı yok çünkü. Yeter ki Aşem ömür, huzur, beden ve akıl sağlığı versin.