Paranın satın alamadığı ne kaldı?

Rahmetli babamdan hep duyardım bu sözü: “Paranın gözü kör olsun.” Haklıydı nitekim. Kapitalizmin beşiği ABD bile sorgulamaya başlamış. Zira alarm zilleri çalıyor her yerde, kulakları tırmalarcasına. www.twitter.com/basyazar

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
3 Mayıs 2012 Perşembe

Hep rahmetli babamdan duyardım bu sözü: “Paranın gözü kör olsun...”

Haklıydı nitekim.

***

Eskihisar iskelesinden Yalova’ya giderseniz, çok farklı bir uygulamayla karşılaşıyorsunuz bugünlerde. Arabalı vapur kuyruğunda bazen saatlerce beklemek durumunda kalanlar artık normal geçiş ücretinin yüzde 40 fazlasını ödeyerek ve farklı bir kuyruktan geçerek neredeyse hiç beklemeden arabasıyla vapura biniyor. İnanın bunu gerçekleştirdiğimde yanımdaki kuyruktaki arabalara bakamadım bile. Kendimi ayrıcalıklı ama adaletsiz bir uygulamanın içinde olduğumu hissettim.

Lakin zaman kaybından tasarruf etmiştim. Gel de çıkınız işin içinden, yani vicdani muhasebemden...

Kapitalizmin ve piyasa ekonomisinin beşiği ABD’de geçenlerde olan bir tartışma ülkenin gündemine oturmuştu. Yenilenmekte olan Michigan Üniversitesi Stadyumu’nda eskiden olmayan loca bölümlerinin yapılıp yapılmaması sert bir şekilde tartışılmıştı. Karşı çıkanlar, bir spor müsabakasına katılan herkesin, yoksul veya zengin olsun, ortak bir hedef için birlikte oturmalarının önemi ve değerinden bahsetmişti. Ama çabalar boşa çıkmıştı. Zira bu tür yaklaşımlar piyasa ekonomisi kurallarına uymuyordu. “Parayı verenin düdüğü çaldığı” bir dönemindeydik, kısa dünya tarihinin.

Ve bugün, bu ekonomik ve evrensel gerçeklik öyle bir hale gelir ki, örneğin artık çocuklarımızın kitap okumaları veya derslerinden iyi notlar almaları karşılığında onları maddi ödüllere boğarken, yine örneğin Avrupa ve ABD’de kimi yayınevleri kitaplarının kitapevlerinde en ön safta sergilenmesi için para öder hale gelmiştir.

Buna ‘pazar ekonomisi’ deniyor...

Pazar ekonomisinin faydalarını görmezden gelecek kadar saf veya uzaylı filan değilim. Onun sayesinde insanlığın refahının hatta gelişiminin gerçekleştiğini hatırlatmaya gerek bile yok. Bugün, yaşantımızı kolaylaştıran, zorlukları en aza indiren her gelişmenin ardında bilim ve pazar ekonomisinin yattığını inkâr eden, hayatının en büyük hatasını işler. Lakin pazar ekonomisinin geri dönülemez bir şekilde, ‘pazar toplumu’ hatta ‘pazar insanı’ yarattığının farkında mıyız?

Tüketime dayalı bir sistemde, metanın yüceleştirildiği bir ekonomik sistemde insan, doğası gereği maddi değerleri yüceltirken kimi değerleri, özellikle etik değerleri giderek yok etmiyor mu? Pahalı olanın değerli, ucuz olanın değersiz veya zengin olan insanın değerli ve önemli, yoksulun ise değersiz ve önemsiz olduğu bir dünyada yaşamak hangi ahlâk anlayışına uymakta? Bütün bu değerler erozyonu insan ilişkilerine yüzde yüz yansırken hayatta neleri ıskaladığımızı kim bilebiliyor artık? Vahşi pazar ekonomisi hem büyük eşitsizlik yaratırken, insandaki adalet anlayışında sorunlar yaratmıyor mu? ABD’nin en alt yüzde 40’lık yoksul kesiminin zenginliği sadece Bill Gates’in varlığına eşitse, bu sistemin kazanımlara rağmen, insanlığı doğru yöne götürdüğünü iddia edebilir miyiz?

Meta’ya, paraya tapma, güce tapmaya doğru şekil alırken, demokrasiye ne gibi zararlar verdiğini de öngörmek için parlak beyine ihtiyaç yok.

Jean Jacques Rousseau, aforoz edildiği ünlü ‘Sosyal Kontrat’ eserindeki “hiçbir insan ne diğerini satın alacak kadar zengin, ne de başkasına satılacak kadar yoksul olmamalı” sözlerini masum bir tebessümle karşılamaktan öte birşey yapamıyoruz bugün. Oraları çok aştık zira.

ABD’de ise, bugün çok ünlenen, Harvard Üniversitesi profesörü, liberal düşünür Michael J. Sandel; ‘kral çıplak’ diyerek tüm Amerikalıları şaşkına çeviriyor. Patlatıyor suratlarına yumruğunu.

“Paranın satın alamadığı hiçbir şey kalmadı dünyamızda” diyor ve devam ediyor: “Kapitalizm artık ABD’ye tarihte olmadığı kadar zarar veriyor. İnsanlararası ilişkiler tamamen paranın ve gücün ekseninde gelişiyor. O yüksek dediğimiz etik değerler bir bir kayboluyor”. Yani SOS çekiyor insanlığın geleceği adına. Alarm zilini çalıyor, duyana...

***

Akira Kurosawa’nın o ölümsüz “Dersu Uzala” filminde, 20. yüzyıl başlarında bir Rus askerî harita ekibi, Mançurya ormanlarında araştırma yaparken dünyadan bihaber yaşayan yaşlı bir avcıya rastlar.

Yaşlı Rus onlara su verirken, kendisine para vermek isteyen askerlere, “Allah’ın suyuna para mı veriyorsunuz?” der, şaşkın gözlerle.

Bu söz belki safça ve giderek anlamsız gelebilir günümüzde.

Lakin bilin ki, herşey bu sorunun içinde yatıyor, görenler için.

Zira, yüreğimizin şarkısını duyamaz olduk bu hayatta artık...