Trilye’den Çukurcuma’ya

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
10 Mayıs 2012 Perşembe

Ilgın ağaçlarını bilir misiniz? Pembe renkte küçük çiçekleri olan salkım halinde bir ağaçtır. Sıra sıra dizilmiş bu ağaçların yakınından geçtiğinizde mayhoş bir ıhlamur kokusu yayarlar.

Şehir keşmekeşinden uzaklaşıp araba kullanmadan kısa bir nefes payı için iki günlüğüne bir Mudanya-Trilye gezisi yaptık. Bilginiz olsun diye, Kabataş’tan Mudanya’ya giden deniz otobüsleri ile yolculuk iki saat sürüyor. Konakladığımız mekan, sahil şeridinde, zamanında Fransızların inşa ettiği 163 yıllık gar binasının otele dönüştürülmüş haliydi. Bursa’nın bir ilçesi olan Mudanya yazın dolup taşıyormuş. Ancak tanık olduğum kadarıyla deniz oldukça kirli ve bulanık. İlçe kötü planlamanın tipik bir örneği. İnşaatlar  çirkin ve düzensiz. Sadece kıyının bir bölümü ve paralelindeki cumbalı Rum evleri insanı geçmişe taşıyor. Mübadele’den sonra kimi evler eski sahiplerini bekliyor, kimi de el değiştirip restore edilmişler. Mütareke Evi Müzesi’ni  gezdikten sonra yola koyulduk. Trilye’ye gitmek için tek vasıta, taksi. Hayli virajlı olan yol, sadece yirmi dakika sürüyor. Öylesine yeşil ki; denizin laciverdi ise sizi şaşırtıyor. Yol boyunca aralıklı yazlık villalar görüyoruz. Şoför genç bir delikanlı, bizi Trilye’nin tepesindeki bir kahvenin önünde bırakıyor. Dönüşte gelip alacak. Durduğumuz yerdeki, Çamlı Kahve’ye giriyoruz. Büyükada’daki Aya Yorgi’yi andırıyor. Beldeye tepeden hakim olan kahvede asırlık çamların altında çaylarımızı içtik. Masa ve iskemleler plastik değil tahtadandı. En çok şaşırdığım ise masaya serilen beyaz örtü oldu. Böylesi doğal bir ortamda bu kadar incelik beklemiyordum. Uzun bir molanın ardından yokuş aşağı inerek çevreyi keşfe giriştik. 1906 kayıtlarına göre Trilye’de bir cami, bir İslam ve iki Hristiyan ilkokulu, yedi kilise ve eski eser niteliğinde üç manastır varmış. Biz Makarios’un da okuduğu Taş Mektep haricinde ayakta duran bir esere rastlamadık. Dolaştığımız bir harabenin kilise olduğunu anlamakta da zorlandık. Oysa buraları turist kaynayabilirdi. Yine de Trilye yemyeşil bir vaha. Kimse kimseye bakmıyor, araba geçmiyor, ve ılgın ağaçları adeta ‘tekrar gel’ diyor. Trilye’ye gidecek olursanız yol üstündeki Kumyaka Köyü’ne uğramayı ihmal etmeyin. Zira orası bir başka boyut.

***

Çoktandır Çukurcuma’ya gitmiyordum. Galerileri ve eskicileri dolaşmadan önce güne Masumiyet Müzesi’ne gitmekle başladım. Müzeye giriş biletini binanın sokağa açılan penceresinden alıyorsunuz. Kitabı beraberinizde getirirseniz, ücret ödemiyorsunuz. Yoksa tam bilet 15 lira. Müze 1897’de yapılmış üç katlı dar bir bina. Orhan Pamuk’un son romanından esinlenerek oluşturduğu müzede İstanbul’un 1950-2000 yılları arasındaki gündelik hayatın sırları paylaşılmış.

İçerik hem ilginç hem nostaljik. Öte yandan müthiş bir enstalasyon düzeni var. Kapı girişinin sağında içinde 1438 adet izmaritin sergilenişini gördüğünüzde hak vereceksiniz. Ellerinde adresle ziyarete gelen düzgün turistleri gördüğümde müzeyle ilgili iyi bir tanıtım yapıldığını fark ettim. Tüm düzenleyenleri ve yazarı girişimlerinden ötürü kutlarım. Bu arada, müze pazartesi kapalı. Cuma 10:00-21:00, diğer günler 10:00-18:00 arası gezilebilir. Arabayla Tophane’den yukarı çıkarsanız, tam önünde inebilirsiniz.