Öğretmenlerimizin, çoğumuzun hayatında iyi ya da kötü, bazen de önemli bir rol oynadığı kuşku götürmez. Başarılı insanların büyük kısmı bir öğretmenlerini örnek aldıklarını, onun kendilerine rehber olduğunu söyler. Bazı öğretmenler, kişinin hayatını değiştirme gücüne sahiptir; bu cümleye, ne yazık ki “olumlu veya olumsuz yönde” diye eklemek gerekiyor.
En küçüklüğümden beri hayatı ve insanları çok ciddiye aldığımdan olacak, başkalarının hayatından etkisiz element gibiymiş geçip iz bırakmayan öğretmenler bile, benim bellek ve benliğimde yer etmiştir. Sevgi ve saygıyla hatırladığım öğretmenler olduğu gibi, dehşetle hatırladıklarım da vardır. Ama benim canımı gerçekten acıtanlar, rahibeler olmuştur sevgili okurlar.
“Rahibeler mi?” diye hayretle soracaklarınız olacaktır. Eskiden yabancı dilde eğitim veren okulların çoğunda rahip ve rahibe öğretmenler vardı. Saint Joseph gibi sadece erkeklerin okuduğu okullar rahiplerin, Saint Pulchérie gibi sadece kızların okuduğu okullar ise rahibelerin hegemonyası altındaydı. O günleri yaşamayanların gözünde belki de iyiliği yüzüne vurmuş, pamuk gibi kadın ve erkekler canlanacaktır. Öyle değildi maalesef. Hiyerarşi yüzünden yer bezi muamelesi görenleri dışında, çok katı insanlardı rahibeler.
“Hiyerarşi mi?” Herkesin din kardeşi olduğu, kendini İsa ile evli saydığı (rahibelerden söz ediyorum) ve eğitime adanmış kişiler arasında ne hiyerarşisi diye soracak olursanız... Biri kimya mühendisi, diğeri aşçı da olsa, sabahın aynı kör saatinde kalkıp dizlerinin üstünde ibadet etmeleri, hatta hayatlarını aynı amaç uğruna heba etmeleri bile (bu benim fikrim tabii) birbirlerini eşit görmeleri için asla yeterli değildi. Yüksek diplomalı rahibeler, ancak küçük sınıflara ders verebilenleri alenen aşağılar, dikiş dersi verenlerle yemekhanede görevli olanlar ise tüm diğerleri tarafından (öğrenciler dahil) ezilip dururdu.
Öğrenciliğim süresince sadece iki tane rahip öğretmenim oldu, bu yüzden rahipler hakkında ahkâm kesemem. Onlara “Cher Frère” diye hitap etmemiz gerektiği söylendiğinde sınıf mahcubiyetle ayaklanmış, sonunda Mösyö’de karar kılınmıştı.
Onlu yaşlarının ortalarında, kırılgandır bir çocuk. Bir yer edinmeye ve yerini korumaya çabalar. O yaşlarda, sınıf arkadaşlarınıza karşı sert ve kesin bir tutum takınamazsınız. Bunun, kişiliğinizin oturması veya oturmamasıyla bir ilgisi yoktur. Dışlanmamak ve rahat bırakılmak için etrafınızla iyi geçinmeniz şarttır. Sizden kopya çekmek isteyene hayır diyemezsiniz. Kâğıdınızı özellikle göstermeseniz bile, yanınızdakinin bakmasına engel olmazsınız. Şahsen, sınav kâğıdımı örtmemenin yararını gördüğüm bile olmuştur. Yanımdaki arkadaş kopya çekerken bir çarpma hatamı yakalamış ve fısıldayarak uyarmıştı.
Buna karşın habersiz yapılan bir kimya yazılısı sırasında yine benden kopya çeken arkadaşın yaptıkları anlaşılmış, ikimiz de sıfırla ödüllendirilmiştik. Arkadaşımın itiraf etmesi ve beni korumaya yeltenmesi bile işe yaramamıştı. “Merci ma mère” diyerek çıkmıştık Marie-Berthe’in odasından. Teşekkür ederim... Aklınca bana hayat dersi verip hayatımın birkaç gününü zehir ettiğin için sayın rahibe. Hayatımın alacağı yön değişebilirdi o aptal not sistemi yüzünden. İki sıfır üst üste, sonra iyi bir notla dört buçuğu tuttursam bile, öğretmenler kurulunun ‘kanaat’ denilen keyfi karar verme süreci, bütünlemeye (ikmal derdik o zaman) kalmama yol açarak bütün yaz tatilimi mahvedebilir, dahası sene kaybetmeme dahi neden olabilirdi.
Birinin okulda sizden kopya çekmesi, ona hayır diyemediğiniz (veya demek istemediğiniz) için sizin hayatınızı etkilemez; olsa olsa, kendine zararı dokunur. Ona engel olmanız, yola gelip ders çalışmasını sağlayamaz. Dolayısıyla bu olaydan alınacak hiçbir hayat dersi yoktur. Bu ceza beni iflah etmedi meselâ. Başta bilgim ve vaktim olmak üzere, sahip olduğum pek çok şeyi içim cız etmeden paylaşabilirim.
Canımı asıl yakan bir Notre Dame de Sion Rahibesi değil, bir ‘sœur de charité’ oldu. Sevabına rahibelik yapanlar... Sözde daha liberal olanlar, normalde ailemizin o yaşlarda okumamıza izin vermeyeceği, cinsellik ve sapkınlık dozu fazla olan varoluşçu kitapları önerip ardından derste tartışanlar, evlilik dışı birlikteliği savunanlar... 1970’ten söz ettiğimi düşünürseniz, durumun vahameti daha kolay anlaşılır sanırım.
Rahibe, bir gün dersin ortasında “el çizgilerinden anladığını” söyledi. Tepkiyi tahmin edebiliyorsunuz, değil mi? Yirmi kız bir anda üstüne üşüştü... Ve rahibe bilgiç bilgiç ellerimizi ‘okumaya’ koyuldu. Payıma düşense ‘kırklı yaşlarımda evleneceğim ve kısa süre sonra da öleceğim’ kehaneti oldu.
Sonra... Yıllarca el çizgilerimi -bir değişiklik olmuştur umuduyla- inceledim durdum. Benim neslimdeki kızlar yaş on yedi olunca nişanlanır, on sekizinde evlenir, on dokuzunda anne olurdu. Yaşım on sekizi geçtiği halde kısmetim çıkmayınca... Rahibe haklıydı deyip hayatıma ona göre yön verdim. Neyse ki Yukarıda yapılan plan, bambaşkaydı.
İnsan (öğrenci ve ebeveynleri) öğretmene inanır. Kendine öğretmen diyen kişi, gençlerle ilişkilerinde çok dikkatli olmalıdır. Üstüne üstlük, dinsel bir kimlik taşıyan birinin fal türünden safsatalarla uğraşmaması, bunu okula sokmaması gerekir...di. Çıkarılacak ders nedir peki? Tora’nın uyarılarını dikkate ve ciddiye almak, fal ve büyü gibi boş, hatta zararlı işlerle uğraşmamak ve öğretmenlerin de insan olduğunu, yanlış yapabileceğini bilmek.
Öğrencilerinin çoğunun gurur duyduğu okulun önünde geçerken bile irkilmemin ve diplomamı aldıktan sonra kapısından içeri girmememin nedeni bu türden olaylardır. Gerçekten korkunç başka bir olayı okumak isteseniz, bir sonraki yazıda buluşuruz kısmetse.
Falsız günler dilerim, sevgili okurlar.