İngiliz komedyen Sacha Baron Cohen’i tanırsınız. Artık emekli ettiği iki tiplemesi var; biri Kazak gazeteci Borat, diğeri de hip hop tarzını seçen, kendini siyahmış gibi gören beyaz tenli Ali G karakteri. Daha sonra Brüno diye bir tipleme yarattı, ama şahsen bana biraz iğrenç gelmişti. Tanımayanlar için Sacha Baron, Recep İvedik tarzı edepsiz komedilerin pırıltılı Yahudi zekası ile benzerlerini yaratan yetenekli bir komedyen.
Ve Sacha Baron yine yapmış yapacağını. Şu anda vizyonda olan, Arap Baharı’na göndermelerle dolu Diktatör filmi ince siyasi esprilerle ve kapkalın belden aşağı görüntülerle yine güldürüyor. Komedyen, Wadiya Cumhuriyeti adında sözde Kuzey Afrika’da bulunan çok zengin bir petrol ülkesinin zalimliğiyle bütün dünyanın tepkisini çeken diktatörünü canlandırıyor. O, ülkesine demokrasinin gelmesini engellemek için her problemle sonuna kadar mücadele eden ve direnen bir diktatör. Gerekirse ülkesinin dilinde yüzlerce sözcüğü kendi adıyla değiştirebilir ya da olimpiyatlarda şampiyon gelmek için her atleti vurabilir.
Tiranlık kuran bir diktatörün yapabileceği bütün saçma sapan olayları en absürt noktaya taşıyan film, diktatörün Amerika’ya Birleşmiş Milletlere konuşmacı olarak çağrılması ile gelişiyor. Bir komplo sonucu sade vatandaşa dönüşen diktatör, tekrar yetkilerini ele geçirmeye çalışıyor.
Filmin belirli noktalarında nokta atışı şeklinde görünüp kaybolan pek çok ünlü, örneğin Megan Fox ve Edward Norton, çok küçük düşürücü rolleri bile kabul etmişler; komplekssiz bir yaklaşım çok beğendim. Diktatörün yatak odası başarılarını sergilediği duvarı kaplayan yüzlerce ünlünün ise fikri alındı mı bilemem…
Filmin en büyük sürprizi sonlara doğru diktatörlükle demokrasi arasında pek de fark olmadığını çocuğun bile anlayacağı kadar net dile getiren nutuk. Hayal edin diyor (Imagine şarkısı kıvamında) eğer Amerika bir diktatörlük olsaydı… Bütün ülke varlığının tamamının yüzde bir zenginlerde olmasına izin verirdiniz. Fakirlerin sağlık ve eğitim haklarını görmezden gelebilirdiniz. Medyanız görünüşte bağımsız olurdu, ama gizlice bir insan ve ailesi tarafından kontrol ediliyor olurdu. Konuşma çok zekice tasarlanmış ve filme damgasını vuracak kadar etkili. Obama’nın kampanya takımının bu konuşmayı lehe çevirip seçim propagandasında kullanmaya çalışacağına eminim! YouTube korsanlık engellerini aşıp yüklenebilirse, seçime kadar olan aylar boyunca büyük yankı uyandıracak nitelikte.
Filmin sadece Arap Baharına gönderme olmadığı ve Amerika’nın iç ve dış politikalarına da eleştiri taşıdığı bu son söylevde açığa çıkıyor. Yine de 1940 yılında Charlie Chaplin’in The Great Dictator filminin sonunda attığı nutuk kadar coşturucu bir niteliği yok. Sadece ağızda acı bir tat bırakıp yirmi birinci yüzyıl Amerikası için umutsuzluk ifade ediyor.
Sonuç olarak cinsel saldırganlığın ve küçümsemelerin fazlasıyla kullanıldığı film bazılarına itici gelebilir. Cohen’in zekâsını bu tür kolay esprilerle örtbas ettiği düşünülebilir. Ancak kanımca demokrat geçinen pek çok devletin dönüp de filmde eleştirilen noktaları dikkate alması gerekir…