45 yıl önce geçen hafta, İsrail ile Arap komşuları arasında çıkan savaş bugünden geriye bakıldığında bir referans noktası olarak karşımızda duruyor. Her iki tarafın değişik şekillerde algıladığı ‘6 Gün Savaşı’ bir yandan İsrail’in Ortadoğu’daki yerini perçinlerken, öte yandan Arapların “işgal altındaki toprakları geri alma” umutlarını başka bir savaşa dek erteliyordu.
Savaş tarihi konusunda uzman tarihçi ve halen İsrail’in ABD nezdindeki büyükelçisi olan Mihail Oren, 4 Haziran 1967’te başlayan savaşın nedenlerini belli başlı konulara bağlıyor:
Mısır’ın ve o dönemde Mısır ile Suriye’nin oluşturduğu Birleşik Arap Cumhuriyetinin Başkanı sıfatı ile Nasır’ın “İsrail’i ortadan kaldıracağız” şeklindeki beyanları sonrasında giderek artan gerilla faaliyetleri ile sınırların güvenirliğinin yitirilmesi gibi;
1956 savaşından sonra İsrail’in yararına açık tutulması konusunda anlaşılan Kızıldeniz su yolunun Mısır tarafından kilitlenmesi gibi;
1964’te, daha sonra Yaser Arafat tarafından yönetilecek Filistin Kurtuluş Örgütünün oluşması ve Filistinli Arapların toprakları serbest kalıncaya dek İsrail ile savaşma kararı alması, gibi… Burada durmak gerek: Bu karar o ana dek Gazze Şeridini elinde tutan Mısır’ı veya Batı Şeria’yı elinde tutan Ürdün’ü de kapsamıyordu… 1947 Birleşmiş Milletler Taksim Planı çerçevesinde kendisine atfedilen topraklarda güvenlik anlamında sıkıntılı günler geçiren İsrail ile ilgiliydi yalnızca. 1966’da o dönem Suriye Dışişleri Bakanlığını yürüten Hafız Esad’ın “bu toprakları sizin kanınız ile sulayacak sonra da hepinizi denize dökeceğiz” şeklindeki açıklamaları ise, tehlikenin ülkenin her yanından gelebileceğini gösteriyordu.
Savaşın nedenleri, başlangıcı, gelişimi, savaş esnasındaki propagandalar ve neticede savaşın sonu… Bütün bunlar kitaplar dolusu sayfa demek ve pek tabiidir ki bu köşeye ayrılan yere sığacak kadar basit bir konu değildir. Ancak 1967 Savaşı, 1947 sınırlarında kalan mutabakatsızlığı yeni bir aşamaya taşımıştır. Hatta bu – en hafifinden – anlaşmazlığı daha da gerilere götürmek olası: Örneğin İngiliz manda idaresi öncesindeki 1915 McMahon mektubuna veya 1917 Balfour Deklarasyonuna… Birincisi Araplara, Osmanlı ordularına karşı ayaklanmaları karşılığında toprak vaat ederken, ikincisi Yahudilerin, Filistin diye adlandırılan topraklarda ‘ulusal bir yuva’ kurmalarını hakları olarak tescil ediyordu.
1967 Savaşı İsrail’in mutlak galibiyeti ile bitti. Kudüs birleşti. Sina ve Golan ile Batı Şeria İsrail kontrolü altına geçti. Suriye, Ürdün ve Mısır kuvvetleri ciddi bir yenilgi ile dağıldılar. Savaşın askeri olduğu kadar siyasi sonuçları da oldu. Ortadoğu iki blok arasında bir güç oyununa sahne olmaya başladı. Savaş esnasında Arap ülkelerini destekleyen Sovyetlere karşı Amerika İsrail’in yanında yer aldı; Arap ülkeleri rövanş için bilenmeye başladılar. Nitekim 1973 Yom Kipur Savaşı bu rövanşın taa kendisi oldu: Filistin’in İsrail egemenliğinden kurtarılması için yeni bir umut, Yahudiler için en kutsal sayılan günlerden birinde, Yom Kipur’da, ülkenin her yanından saldırılar olarak kendini belli etti. Yine yıkım oldu şüphesiz, yine her iki taraftan insanlar yitip gitti.
Gönül isterdi ki bu savaşlar gerçek ve kalıcı barışın yolunu açsın, paradoksal da olsa, bölge halkının refahına katkıda bulunsun. Başbakan Menahem Begin ile Başkan Enver Sedat’ın 1979’da imzaladıkları ve halen yürürlükte olan barış anlaşması keşke günümüzde Mısır’ı yönetmeye aday siyasetçiler tarafından sorgulanmasaydı. Sedat, ‘düşmanla’ işbirliğini hayatı ile ödedi. Nobel Barış Ödülünü aldı, ancak askeri bir tören sırasında suikasta kurban gitti. Sedat’ın Knesset’teki konuşmasını - içeriği ile olmasa da - anımsıyorum. Onu kürsüde görmek beni etkilemişti. Keza Başbakan Begin’in – hem de siyasi geçmişine meydan okurcasına – Kahire’de Mısır Parlamentosunda yaptığı konuşma da heyecan vericiydi. Onlar 1967 ve 1973 yıllarında, daha önce 1956’da, 1948’deki Bağımsızlık Savaşında ölenlerin anılarının unutulmadığını göstermişlerdi tüm aleme.
O senelerde olduğu gibi şu anda da sorunun niteliği ve bunun nasıl çözümlenmesi gerektiği algısı her iki toplumu da kemiren çelişkilerle dolu bir konu. Nitekim, İsrail, savaşlar sonrasında bölgedeki güvenlik sorununu iyi kötü aşmış gibi gözükür, barışa yakın durması beklenirken, Başbakanı Yitshak Rabin’i aşırı uçlara kurban verir. Rabin, 1967 Savaşında İsrail Genelkurmay Başkanı olarak görev yapmaktaydı, 1995’te öldürüldüğünde ise Nobel Barış Ödüllü bir başbakandı…