Heyecanlı ve şaşkınım, zamanda ve mekânda kaybolmuş… Neredeyim? Hâlâ İstanbul’da mıyım, yoksa Hindistan’da mı? Ya da belki de Çin’de? Son hatırladığımda, İstanbul Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi üzerinde Borusan Müzik Evi’nin ikinci katında Mercan Dede ile sohbet ediyordum. Fakat şu anda kim olduğumu bilmiyorum, bilemiyorum. Kayboldum. Kimliğimi kaybettim!
Bütünde kayboldum. Ve aynı zamanda müzikte, yaratılan ortamın içinde yok oldum. Arkın (Mercan Dede), Carlito Dalceggio, ben, mekânda bulunan tüm izleyiciler, görevlilerle beraber, her tarafta farklı boyut ve imgelerle dönüştürülmüş Buda heykelleri, resimleri, kuru kafalar, dervişler, bir parçası olduğumuz maddi dünyanın önemli markaları, baykuşlar, Picasso’nun Guernica tablosundan esinlenmeler, Mickey Mouse, denizatı, bujiler, kelebekler ve daha nicesi… Kolâjlar, video ekranlarından gözümüze yansıyan ve her an değişip geçiş yaparak bir film şeridi gibi yaşamımıza değen resimler… Yaklaşık 8.000 tane görsel. Hepsi ve hepimiz tek olmuşuz, BİR olmuşuz. Kendimizi sorgulamakta, daha doğrusu kendimizi keşfetmekteyiz. Görüp işittiklerimiz dışımızda mı gerçekleşmekte? Yoksa gönlümüzde algıladığımız mıyız aslında? Neyiz biz? Belki de Buda ile dönüşümü idrak etmekteyiz; ‘çıplak ve kutsal ‘ olan Rumi, peygamberler, azizler ve aynı zamanda şehvet, geçmişten ve gelecekten gelenler… Ve balıklar, Ravel’in Bolero’su, Mercan Dede’nin müziği, sesler, kendi çocuklarını yiyen devrim. Kırmızı ve diğer renklerle renk olmayanlar, harfler, kelimeler, sayılar ve sözler…
Sanki gerçekliği sesler, ışıklar, harfler ve renklerle yakalayan, devasa bir beynin içindeyiz. Daha da ötesi, sanki perdelerin kalktığı, vahiylerin açığa çıktığı o tek ve bütün olan beynin kendisiyiz. Soru ise şu: onu kavramak üzere ve o nefesi burnundan alıp, özde bir ruh olan kendimizi ağırlayan beden dediğimiz mabedin içine sunmak üzere, biz orada mıyız? Tüm geçmişimiz, şu ‘an’ımız ve geleceğimizle birlikte, orada mıyız?
Tüm atalarımız, tüm tanıdıklarımız ve tüm hatırlamadıklarımız, henüz karşılaşmadıklarımız… Tüm hayvanlar, tüm yıldızlar, gökyüzü, toprak ve denizle birlikte… Değişimi ve açığa çıkmayı, tüm algılarımız tetikte olarak, kulaklarımızla görmek ve gözlerimizle işitmek üzere orada olacak mıyız? Görüp duyuyoruz, ne kadar dayanıklı olursa olsun bir buji bile, tüm maddi güzellikler gibi, eserlerde bedenini oluşturduğu kelebek kadar hassas ve geçicidir yaşamda. Sonsuz olansa, tek, Aşk’ta olan ruhumuz.
Bir an Beyoğlu’nun kalabalığında Borusan Müzik Evi’ne gitmeye çalışıyordum, bir an telefondayım, eşimle konuşuyorum. İki nefes arasında sıkışıp kalmış bir an! Oysa eşime göre üç saat geçmiş aradan. Bu süre içinde yaşadım mı? Nefes aldım mı? Bilmiyorum. Bildiğim, dün-bugün-yarın ve dünya gözü ile bilip algıladığımız her şey, herkes bendim o an!
Ayrılmadan bir daha görüşüyorum Arkın, nam-ı diğer Mercan Dede ile atölyeye çevirdiği odaya açılan penceremsi bankonun ardından. Özür diliyor, elleri hala boya içinde olduğu için. Hayır! Özür dileyecek bir şey yok! Elini sıkıyorum, sıcak, tıpkı o ele can veren aşk dolu yüreği gibi, sımsıcak ve içten.
Bu aşk haliyle terk ediyorum mekânı. İstiklal Caddesi bir insan denizi sanki. Bir şekilde, bu sefer kalabalık beni rahatsız etmiyor. Metroya iniyorum. Turnikelerin önünde genç bir çocuk duruyor. Elinde 5TL. lik bir banknot, bakınıyor boş gözlerle etrafına, ne yapacağını bilmez bir bakışla. Kendim geçtikten sonra bir daha okutuyorum akbilimi “geç canım” diyerek. Genç çocuk, şaşkın, “kabul etmedi otomat paramı” sözlerini geveleyerek teşekkür ediyor. Bense daha da şaşkın, fark ediyorum, bilmeden, bugün bir şekilde yaşamına dokunduğumu o çocuğun. O anda benim için belki de anlamsız, hatta değersiz ve düşünmeden sezgilerle yapılmış bir hareketin, elinin altında gerekli aracı olmayan biri için nasıl da değerli olabildiğini fark ediyorum. Gündelik yaşamımızda düşüncelerimizde yaratıp kendimizi nasıl bir güvenlik ve yalnızlık fanusuna hapsettiğimizi, bu güvenlik fanusunun dışında kalanları nasıl ötekileştirdiğimizi ve çocuklarımıza bir taraftan yardımsever olmayı öğrettiğimizi sanırken, öte yandan, “aman dikkat et, yabancılarla konuşma” diyerek onları nasıl kendi yarattığımız fanusun içine çektiğimizi de fark ediyorum.
Bir çatlak aldı bugün fanusum. Ne mutlu!
Müzisyen/DJ kimliğiyle tanınan Arkın (Mercan Dede) ve ressam Carlito Dalceggio ile tek ruh olup yarattığı, mutlaka gezilip, mutlaka deneyimlenmesi gereken ‘Revolution/Revelation’ sergisi 25 Temmuz’a kadar Salı ile Cumartesi günleri izleyiciye açık. Binanın en üst katında Kanadalı fotoğraf sanatçısı Jarrett Gibbons’un Revolution /Revelation sergisinin yaratım sürecini belgelediği kırk bin kare fotoğraftan oluşan ‘Stop frame’ animasyon filmi ile sergiyi daha iyi yaşamak mümkün.
Ayrıca, beşinci kattaki kapalı balkona yerleştirilmiş minderlerde oturmak ve orada dört metrelik dev Buda heykeline nazır, müzik ve ortamla bütünleşerek tefekkür edebilme imkânı olan izleyici, aynı zamanda sergiyi tüm varlığıyla yaşamış, dönüşmüş, sergiyi o an tekrar yaratmış oluyor. Okuduğunuz bu yazı da zaten, böylesi bir tefekkür esnasında kâğıda akmış oldu…
Müzisyen/DJ kimliğiyle tanınan Arkın (Mercan Dede) ve ressam Carlito Dalceggio ile tek ruh olup yarattığı, mutlaka gezilip, mutlaka deneyimlenmesi gereken ‘Revolution/Revelation’ sergisi 25 Temmuz’a kadar Salı ile Cumartesi günleri izleyiciye açık. Binanın en üst katında Kanadalı fotoğraf sanatçısı Jarrett Gibbons’un Revolution /Revelation sergisinin yaratım sürecini belgelediği kırk bin kare fotoğraftan oluşan ‘Stop frame’ animasyon filmi ile sergiyi daha iyi yaşamak mümkün.