Hükümdarların eski çağlarda falcılara danıştıkları gibi, dünya liderlerinin de sıklıkla görüşlerine başvurdukları Prof.Dr.David Passig, Bar İlan Üniversitesi’nde 2011 yılında gerçekleşen uluslararası konferansta şöyle diyor: “Uzun vadeli düşünce insanı hata yapmaktan tabii ki alıkoymaz, ama insanın içinde bulunduğu dünyayı anlamasına yardımcı olabilir, istenmeyen çukurlara düşmekten kurtarabilir.”
Bar İlan Üniversitesi’nde 2011 yılında gerçekleşen ‘Geleceğin araştırılması’ konulu ilk uluslararası fütürist konferansını izleme olanağını bulmuştum. Başrolde tanıdığımız bir sima; Prof. Dr. David Passig. Kendisini Türkiye’de dinlemiş ve son derece etkilenmiştim.
6 Ekim 2010 tarihli; ‘Ben yaşlanıyorum, dünya yaşlanıyor…’ başlıklı yazımda ise Passig’in geleceğe yönelik bazı verilerini aktarmış ve şu görüşe yer vermiştim:
“Bu gözlemler özellikle ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerin gelecekleri açısından önemli birer handikap oluştururken, geçen yıl bir konferansını dinlediğim Bar İlan Üniversitesi’nden Gelecek Bilimcisi (Fütürist) Prof. Dr. David Passig tarafından; genç nüfus oranının yüksek olduğu Türkiye ve İsrail’de önümüzdeki yirmi yılda ekonomik bir patlamanın beklendiği dile getirilmişti.”
Zaman öylesine çabuk geçiyor ki, demek bilim adamının konferansını dinlememden bu yana üç yıl geçmiş, oysa daha dün gibi… Sonra Koton Yayınları tarafından oldukça kapsamlı bir kitabı yayınlandı: ‘2050’.
Eserde şu sorulara yanıt aranıyor: Yeni yüzyılın ortalarında dünyayı ne bekliyor, dünya nüfusu nasıl değişecek, yeni güç dengeleri ne olacak, Türkiye süper güçlüğe soyunacak mı? Kitapta on yıl gibi kısa sürede Türkiye’nin de içinde yer alacağı yeni savaşlardan, geleceğin aile yapısına kadar birçok akıl almaz öngörü yer alıyor.
Hükümdarların eski çağlarda falcılara danıştıkları gibi, dünya liderlerinin de sıklıkla görüşlerine başvurdukları Dr.Passig, Bar İlan Üniversitesi’nde 2011 yılında gerçekleşen uluslararası konferansta şöyle diyor: “Uzun vadeli düşünce insanı hata yapmaktan tabii ki alıkoymaz, ama insanın içinde bulunduğu dünyayı anlamasına yardımcı olabilir, istenmeyen çukurlara düşmekten kurtarabilir.”
Bu araştırmaların 1910 yılında yapıldığını ve kırk yıllık bir öngörüde bulunulduğunu varsayalım: Birinci ve ikinci dünya savaşının çıkacağı, Holokost’un yaşanacağı gibi bir tablo ile karşılaşılacak olunsaydı insanlık bu çukura düşmekten kendini alıkoyabilir, gerekli önlemleri alabilir miydi?.. İşte fütüristlerin 2050 yılını yansıtmaya çalışmaktaki amaçları bu. Yoksa ‘science fiction’ senaryolar üretip bizleri korkutmak değil.
Ellili yaşlarında olanlar dünya nüfusunun 3 milyar olduğunu hatırlar. 2050 yılında ise 9 milyara ulaşılacak ve tarihte ilk kez 100 kız bebeğe karşılık 117 erkek çocuğu dünyaya gelecek. Yüzyılın sonunda doğum yapacak yeterli sayıda anne bulunamayacağından dünya nüfusunun artış oranı da azalmaya başlayacak ve 2100’de yeniden 5,6 milyara geri dönüş yapılacak. Nüfusun azalmaya başlayacak ülkelerden Rusya yüzyılın ortalarına doğru eski Sovyetler Birliği’nde yer alan devletleri sınırlarına katmak isteyecek.
“Sınırlar yok olsun, hepimiz kardeşiz, savaşa hayır!” gibi söylemler sadece gerçeklerle bağdaşmayan birer dilek olarak kalmakta, savaşlarda demografik nedenler belirleyici olmaktadır.
Yahudilerin sayısı iki bin yıl önce 3 milyon iken 1938’de 18 milyona ulaştı. Şu anda ise 13 milyon civarında ve 2050’de 18 milyon olması, İsrail’in de nüfusunu ikiye katlaması öngörülüyor. Holokost felaketi yaşanmasa idi bugün Yahudi sayısının 32 milyon olması gerekirdi.
İlginç bir veri de doğum ortalamalarında; demokratik ülkelerde bu oran 2’nin altında kalırken, Mısır, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan gibi ülkelerde 6 olması. Yirminci yüzyılın ortasında Çin’de yoksulluğun hüküm sürdüğü yıllarda doğum sayısı ortalaması da 6’ydı. Şimdi ise 2’nin altında ve Çin dünyada en hızlı büyüyen birinci ekonomi… Demek ki kalkınmada tek belirleyici etken doğum oranı değil.
Gelecek araştırılırken fütüristler teknolojinin de nerelere ulaşabileceği yönünde metodolojik çalışmalar yapmaktalar. Konferansta, Dr. Aaron Aphtman amaçlarının sadece siyasilere yardımcı olmak değil, karar verme mekanizmasında ekonomistlere de yol göstermek olduğunu belirtiyor. Bu yönde farklı yöntemler uygulanmakta; ‘forecasting’ (tahmin yöntemi), ‘foresight’ (öngörü) gibi yabancısı olduğum terimler oldukça revaçta.
Ancak beni otomobillerin teknolojik olarak ne denli gelişme göstereceği değil trafikte tıkanmaların nasıl çözümleneceği daha çok ilgilendiriyor, hele hele ‘nano’ teknolojisinin geleceği ile hiçbir ilgim yok diyorsanız çağımızın kâhinlerine kulaklarınızı tıkayabilirsiniz.