Geçen ay dünyanın hemen her ülkesinin okullarında mezuniyet törenleri coşkuyla kutlandı. Kimisi lise kimisi üniversite bitirirken bir sonraki hayat aşamasına başlıyordu. İlginçtir törenler. Her katılanın, niyeti, beklentisi ve bulduğu da farklıdır elbet. Ben de Princeton Üniversitesinde bir ‘Commencement’ törenine katıldım.
Geçen ay dünyanın hemen her ülkesinin okullarında mezuniyet törenleri coşkuyla kutlandı. Kimisi lise kimisi üniversite bitirirken bir sonraki hayat aşamasına başlıyordu. İlginçtir törenler. Her katılanın, niyeti, beklentisi ve bulduğu da farklıdır elbet. Ben de Princeton Üniversitesinde bir ‘Commencement’ törenine katıldım. Törenin adı bir şeyin sonu değil de tam aksine yeni bir şeyin başlangıcı olduğunu bildiren şekliyle ülke genelinde anılıyor.
Florida sıcağından serin ve yağmurlu Princeton kasabasına vardığımda beni neyin beklediğini tabii ki bilemezdim. Neredeyse tamamı İngiliz tarzında olan iki katlı cottage tipi evlerin içinden geçerken “ben neredeyim” demekten kendimi alamadım. İlk gece meşhur ‘Prom Night’ tam Amerikan harikası abartı dolu kalabalık ve bolluk bereketle süslenmiş bir ortamdı. Devasal bir beden salonu içinde çoğunluğu mezun olmuş gençler gerek şık kıyafetler ve uzun topuklularla gerekse uzun tuvalet altına spor ayakkabı veya tokyoyla katılmışlardı. Erkeklerse smokinden şortla gelene kadar geniş bir yelpaze oluşturuyordu. Kıyafetleri geçiniz, canlı bir rock and roll band eşliğinde dans eden gençler gecenin tadını mı çıkartıyordu yoksa geçen dört senenin hıncını mı alıyordu tam anlamadım.
Princeton “Ivy League” denilen en prestijli üniversitelerden birisidir. Girmek için sadece notlar, karakter yeterli değil, öğrencinin sosyal ve yaptığı amme hizmetleri de çok önemli. Girmesi zor olup okuması da zor olan okullardan… Tüm eskiliği bahçedeki ağaç köklerine kadar uzanan bina ve salonları, eski ahşabın kokusuyla donanmış kampüsünde gezinmek beni bilmediğim yıllara geri götürdü. Bu yollardan acaba kimler geçti diye düşünmekten kendimi alamadım. Kimler geçti? Kim bilir bu okul kaç tane önemli doktor, mühendis, senatör veya başkan çıkarttı?
Bir okulu iyi yapan okulun kendisi ve kadrosu mudur yoksa oraya giden öğrenciler midir? Aynı öğretmen dersi verirken kimsisi düşük not kimisi yüksek alıyorsa ‘iş’ öğretmende mi biter, okuyan çalışan öğrencide mi? Bunu da düşündüm elbet.
Puslu bulutlu ve umut dolu bakışlar altında geniş bir bahçeye yayılmış plastik sandalyemde yerimi aldığımda önümden yürüyerek geçen bini aşkın öğrenciyi yakından izlemek fırsatını buldum. Arkalarda olan yerimiz meğer yürüyüşün tam geçeceği yere denk geliyordu. Önde oturanlardan çok daha iyi görebildim. Dünyanın her ülkesinden pırıl pırıl gençler, parlayan gözleriyle dünyayı fethetmek üzere ilk adımlarını tam önümden atarak geçtiler. Çinli, Japon, Hintli, Amerikan, Afrika asıllı her renkten insanın yer aldığı bu yürüyüşte neredeyse her öğrenci kendini farklı bir tavırla ortaya koyuyordu. Kimisi güneş gözlüğüyle, kimisi küpeleri, tokyo veya yalın ayaklarıyla dikkat çekiyordu. Yüzünde sivilcelerle yeni yetme ergenlik çağında olanlarla birlikte, tuttuğunu koparacak iş teklifleri almış pek çoğu aynı sırada yürüyordu. Tek düzelik kesinlikle yoktu. Kendini tanıma yolunda kendini ortaya koyan gençler vardı.
Bu gençlerin her biri ya mühendis, ya kimyacı, ya yazar ya psikolog olma yolunda diplomalarını almak üzere yerlerine giderken ben de onlara öğretilenin aslında ne olduğunu sorgulamaktaydım. Yıllar yılı aynı kitabı anlatan öğretmenler son yenilikleri ekleyerek bu genç beyin hamurunu yoğurup bir şekle sokmak gayretindeydi elbet. Kim bilir kaç tane doktor, mühendis veya psikolog yaşlandı, emekli oldu veya göçtü ve bu gençler onların yerlerini alacak? Ya onların bıraktıkları yerden devam edip bulguları ilerletecek veya kendi yollarında yeni bir patika açacaklar… Belki de şimdiye kadar mevcut olmayan yeni meslek guruplarını yaratacaklar. Ancak bir şey kesin: onlardan beklenen bu mesleklerden birine girmeleri değil kendi katkılarıyla o mesleği özel bir hale getirmeleri… Nitekim okul başkanının söylediği de bu cümleydi. Bu yürüyüşte yer alan gençlerden kaçının adı tarihe yazılacak, kaçınınsa sadece kendi ailesi tarafından hatırlanacak acaba?
Ya anne veya babası Princeton’a gittiği için burada okuyanlar, okul iyi diye yollananlar, parası olan veya ödemekte zorlanan ailelerin bu genç çocuklarından her biri hayata atıldığında ya ebeveynlerinden daha başarılı olmak veya bir başkasıyla yarışmak adına, daha iyi, daha güzel, daha başarılı, daha yeni keşifler ve ilerlemelerle mutluluğu arayacaklar. Kimisi bulduğunu sanacak kimisi de aramaya devam edecek. Sonunda herkesin bulacağı Kaynak Bir nasılsa... Oraya varana kadar, arayacak, uğraşıp didinecek ve onlardan önce gelen tüm eski nesiller gibi aynı soruyu hep kendilerine sormaya devam edecekler. “Ben ne yapıyorum?” “Ben ne yapmak istiyorum?” veya “Ben ne için buradayım?”
Bu prestijli üniversitelerden mezun olanların diğer devlet okullarını bitirenlerden farkı ne olacak? Miami veya Muğla Üniversitesi. Hangisinin ‘daha’ başarılı olacağına dair bir şans faktörü mü var? Aslında istatistik denilen olgu yalanların en büyüğü değil midir? Yoğun çabalar sonrası bir yere varamayan nice insanlar var. Hiç okumadan büyük paralara kavuşanlar da… Varacağın yer ve zenginlik tanımına göre her birimiz, çocuklarımız ve onların geleceği adına bizlerin yapamadığı, sahip olamadığı, yaşamadığı şeylere kavuşmalarını başarı sanmaya devam edeceğiz. Aynı hamama aynı tasla girip terleyeceğiz.
Okuduğu branş dışında iş yapan ve başarıya ulaşan nice insanlar tanıdım. Eminim sizler de birkaç tanesini biliyor ve ne olduğunu nasıl oluştuğunu sorguluyorsunuz. İkinci baharında yepyeni mesleğine kavuşup yaptığım işi sevmek yerine sevdiğim işi yapayım diyen bir sürü adam gördüm. Bu yeni mezun gençler de hayata atılıyorlar bir şekilde. Atılıyorlar… Birileri onları atıyor. Beklentiler, umutlar ve gelecek adına her biri dünyayı nasıl kurtaracağım, onu ne şekilde daha iyi yapacağım ve dünyayı nasıl tamir ederim diye düşünürken yapmaları gerekenin sadece kendi dünyalarını düzene sokmak olduğunu yazık ki orta yaşa gelince anlayacaklar. O zamana kadar tebrikler ve başarılarınız daim olsun. Mutlusunuz ve bunun farkına varın. Sonra ileride eskimiş fotoğraflara bakıp “ah o gün ne kadar mutluymuşum” demeyin. Zaman diye algıladığımız olgu geçiyor, sürekli geçmişe doğru akıyor. Onu durdurmak sizin elinizde.
Asıl mezuniyet bu dünyada öğrenmen gerekenleri öğrenip diplomanı aldığındadır.