Siyaset bilimci değilim… Post modern siyaset diye bir şey var mıdır bilemiyorum… Ya da “ağızda geveleyerek politika üretmeyi” nasıl tarif etmek gerekir, diye sorsam kendime, onu da yanıtlamayı beceremem illa ki. Gerçi siyaset, ilk çağlardan beri bir “indir – bindir” oyunudur, çıkarların örtüşmesi veya örtüşmemesi meselesidir. Karar vericilerin birbirlerinin yüzüne baktıkları zaman sarf ettikleri ile birbirlerini duyup görmedikleri zaman buyurduklarının farkıdır. Ancak her durumda aldatıcı ve zaman zaman anlamsızdır.
Geçtiğimiz hafta Ürdün’de İran Dışişleri Bakanı ile bir araya gelen Mahmut Abbas, ağustos sonunda Tahran’da düzenlenecek ‘Bağlantısızlar’ toplantısına davet edildi. Daveti yapan Cumhurbaşkanı Ahmedinecad! Daha birkaç ay evvel, İslam Devriminin 33. yılı dolayısı ile Hamas lideri İsmail Haniye’yi de konuk etmişti. Haniye Tahran’daki beyanatında, İran’ın tüm İslam alemine, El Aksa Camii’nin İsrail kontrolünden kurtarılması için, öncü olacak bir güç olduğunu ifade etmiş ve devamla “Batı bizim İsrail’i tanımamızı ve işgal ettiği topraklar üzerindeki haklarımızdan vazgeçmemizi istiyor. Bu hiçbir zaman olmayacak. Bu topraklar için savaşanların ve bu topraklar için ölenlerin talepleri bu değildi…” demişti.
Filistin Özerk Yönetimini elinde tutan El Fetih ile Hamas, siyasi sahnede karşılaştıkları andan bu yana birbirlerinin gözünü oyacak kadar rakipler. Bu aşamada, İsrail ile barış görüşmelerini düşe kalka da olsa sürdürme taraftarı olduğunu ilan eden Abbas ile görüşünü yukarıdaki satırlarda aktardığım Haniye arasında benzer fikirlerin oluşması olası değil. Abbas, İran’ın Hamas’ı ve Hizbullah’ı desteklemesinden – en hafifinden – hoşnutsuz. Başbakanı Salam Fayyad’ın, Batı Şeria’daki refahı yükseltmek, buraları yaşanır hale getirmek için başlattığı reform ve imar çalışmaları için gerekli maddi kaynağı sağlayacak Körfez ülkelerine yakın durması, Abbas’ın İran’a çok da yaklaşamaması anlamına gelmeli… En azından bölge matematiği bunu gerektirir.
Suriye’de işlerin nasıl döneceğini bilemeyen bir İran’la, Suriye’den öte Ürdün ve Mısır’da olayların nasıl gelişeceğini kestiremeyen Filistin Özerk Yönetimi arasındaki bu temastan popüler beyanlardan başka bir şeyin çıkması beklenmemeli. Muhtemelen Tahran, El Fetih ile Hamas arasındaki husumetin bitmesini isteyecek. Ancak bunu ilk isteyen olmayacak. Daha önce Mısır, Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke ve örgüt, her iki tarafın liderlerine çağrıda bulunmuş, hatta yapacakları yardımları bu şarta bağlamışlardı. Ancak nafile durumun devamından başka bir gelişme olmamıştı.
Abbas etrafında gelişen olayları yönetecek enstrümanlara sahip değil. Esasında hiçbir bölge ülkesi Suriye – Lübnan – Ürdün – Mısır hattında gelişebilecek olaylara müdahale edebilecek uzak görüşü edinmiş değil. Masa başında toplanmış tüm oyuncular, Rusya dahil olmak üzere, “hangi hamlede ne kazanır, ne kaybederim ya da nereye dek zararlı çıkarım” noktasında alıştırma yapıyor. Ve işte bu alıştırmalar esnasında herkes geveliyor. Ama öyle bir geveliyor ki, sabahtan akşama söylediklerinin tam tersini yapabiliyor.
Bu aşamada, Christian Daily Monitor’da geçtiğimiz pazar çıkan Michael Koplow ve Brent Sasley imzalı bir yorumda, Türkiye ile İsrail arasındaki diyalogun yeniden başlamasının birçok getirisi olacağı ifade ediliyor. Bir yanda Türkiye, ABD kongresinde kaybettiği prestiji yeniden kazanacak, öte yanda İsrail, Arap Baharının getirdiği belirsizlikleri ciro etmiş olacak. Yorum şöyle devam ediyor: “Başbakan Erdoğan ve Türkiye’nin Arap alemindeki etkisinin İsrail – Arap görüşmelerini hızlandırıcı bir katkısı olacaktır. İki ülke arasında onarılacak ilişkiler, İran’ı, Batı ile sürdürülen nükleer pazarlıklara geri getirecek ortamı sağlayacaktır. Doğu Akdeniz’de Lübnan’ın da taraf olduğu doğal gaz sorununa da, Suriye’de olup bitenlere de uluslararası bir ortak yol bulunmasını kolaylaştıracaktır.”