Bazı meslekler, özellikle kadınlar söz konusu olduğunda, önyargılara çok açıktır. Sayalım deseniz, akla ilk gelecek olanlar sekreterlik, hemşirelik ve hostesliktir.
Hemşirelerin, bakıma (geçici bir süreliğine bile olsa) muhtaç kişilerin neredeyse her gün dualarını alması, bu anlamsız ve acımasız önyargıyı yıkmaya yetmez. Hosteslere gelecek olursak, bazı yolculuklarda acayip huysuz olanlarına denk gelsek de, gergin ve korkulu anlarda otoriteyi nasıl sağladıklarını görmek hayranlık verici olabiliyor. Yumruklamak üzere başka bir yolcunun üzerine yürüyen sarhoşun önüne geçeni ve kendi vücudunu siper ederek, saldırganı otoriter bir tavırla sadece “otur yerine!” diyerek terbiye ve ikna edenini bile görmüşlüğüm vardır.
Ancak asıl konumuz sekreterlikti, değil mi? Meslek hayatımın yirmi beş yılı boyunca çeşitli kademelerde sekreterlik yaptım. Her işe koşan (çay ocağına, banka ve kargoya) sekreter de oldum, yönetim kurulu üyelerinden birinin yerine karar verebilen, milyon dolarlık gemileri kimseye danışmadan liman liman dolaştıran ve kaptanın (erkek tabii) bir telsiz mesajıyla yola koyulmasını sağlayan kişisel asistan da oldum. Ne var ki dilediğiniz şatafatlı unvanı kullanın (nedense sekreter sözcüğünün ‘sırdaş, sırların emanet edildiği kişi’ anlamına geldiği hep unutulur) sırma kemer de taksanız, çuldan kuşak da, sekreter sekreterdir.
Gelelim sekreterin görev ve angaryalarına. Bir kere sekreter, sadece bağlı bulunduğu kişinin işlerini yapmakla yükümlü değildir. Kapsama girenler arasında patronun çekirdek ve geniş ailesi, diğer yönetim kurulu üyeleriyle (ortaklar da diyebiliriz) onların aileleri, akrabaları ve her türden tanıdıkları da vardır.
Sekreterin gününün nasıl başlayacağı, patronun sağından mı, yoksa solundan mı kalktığına doğrudan bağlıdır. Enerjik ve neşeli bir “günaydıııın” duyabileceği gibi, ‘hazret’in ağzından ilk çıkan (ters) sözler “gazetenin spor eki niye yok?” türünden de olabilir. Hatta hiç selamsız sabahsız geçip odasına girip “çaaay” diye seslenebilir. “Sen kilo mu aldın/verdin ne?” diye soruyorsa ‘patronum ne kadar da dikkatli’ diye hiç sevinmeyin, gözleriyle vücut ölçülerinizi almak kimsenin haddi değildir ve tacize girer. Ha bu arada erkeklere haksızlık etmeyeyim, kadın amirler onlardan aşağı kalmadığı gibi, onlara rahmet de okutabilir – istisnalar kaideyi bozmaz tabii.
Patronun çayı veya kahvesi verilir ve günlük kapı nöbeti başlar. Bir tür güvenlikçi ya da güvenlik duvarıdır sekreter. Aşılması zor olmalıdır. Dizilerde görmüyor musunuz, adamın biri patronun odasına dalarken, zavallı sekreter korkudan titreyerek “engel olmaya çalıştım efendim ama...” der. Aslında bu işin şakası yok. Patronunu koruyacak diye onunla birlikte veya onun yerine can veren sekreterler olmadı değil. Mekânları cennet olsun.
Sekreter, aynı engeli telefonla erişime de koymak zorundadır. Patronunu arayan kişiyi tanımıyorsa (sanki herkesi tanımak zorundaymış gibi) muhatabını “Kimin nesisin, neyin fesisin, niye arıyorsun, ne konuşacaksın?” türünden sorularla caydırma yoluna gitmelidir.
Eşit konumda olan iki patronu telefonda konuşturmak, sekreterler için -tabiri mazur görün lütfen- bir tür sidik yarışı gibidir. “Önce sen bağla, yok sen bağla, peki birlikte bağlayalım...” Uyanık davranıp “birlikte bağlayalım” dendiği halde, sizin patronun sesini duymadan kendi patronunu bağlamayan uyanık mızıkçılar, hiç yoktan azar işitmenize neden olabilir. Ancak asıl mesele, başta sözünü ettiğim ‘eşit konum’u tespit edebilmektir.
Patron veya şirket ailesinden birine doktor randevusu veya konsolosluk vizesi mi alınacak, değerli evlâtlardan biri yurt dışında okusun diye formlar mı doldurulacak, bir kompozisyon veya ödev mi (paper diyeyim mi?) yazılacak, minik kuzucuklara doğum günü partisi mi düzenlenecek? Bütün bunları kim yapacak? Birkaç dil, ayrıca yol yordam bilen ve sırf istismar edesiniz diye o göreve getirilen sekreter, öyle değil mi?
Patron ailesinin tatillerini organize etmek, icabında çocuklara sakız alması için şoförü şehrin epey dışındaki eve göndermek (abartmıyorum, gerçektir), şirkette olup biten her şeyi patrona yetiştirmek ama patronun makamında geçenleri kimseye anlatmamak ve anlam veremediğiniz bazı mesajları, bant kaydı gibi kişiliksiz bir sesle iletmek zorunda kalmak, işin cabasıdır.
‘Leb demeden Lebib Yalkın’ anlarsınız (işyerindesiniz ne de olsa), oysa patronun midesi kaynıyordur, canı leblebi çekmiştir, öfkelenir. “Düşünmüştüm ki...” diye başlayan bir cümle kurarsınız, “Ben sana düşünmen için değil, söylediklerimi yapman için para veriyorum!” der. “Düşünemedim...” diye özür dilersiniz, “zaten sende kafa olsa!” diye çıkışır.
Özellikle genç patronlar arasında, sadakati ve şirket bağlılığını cesaretsizlikle karıştıranlar vardır. Özellikle babalarından, amcalarından yadigâr kalmışsa sekreterleri, rahat batar ve kendi kendilerine yakınıp dururlar: “Matah bir şey olsaydı, rakip kapardı zaten. Kene bu, kene! Kendiliğinden gideceği yok.” Oysa rakip size çoktan iş teklif etmiştir de, “ben on yedi senedir buradayım” cevabını duyduğunda, özür dileyip konuyu kapamıştır, bilmezler. Bu sefer mobbing’e başlarlar.
Mobbing nedir biliyor musunuz? Yüzünüze karşı “kıdem ve ihbar tazminatını hiç veresim yok ama sen yine de git en iyisi” diyemeyenlerin, sizi sürekli eleştirerek, hiçbir yaptığınızı beğenmeyerek, aşağılayarak ve yıldırarak gitmeye zorlama taktikleridir. Mobbing çıktı, mertlik bozuldu diyebiliriz rahatça. Ne yazık ki, günümüzde kadın erkek her çalışana sıklıkla uygulanır hale geldi. Sebep? Tabii ki maddiyat.
Yazımın başlığına “üstüne üstlük Yahudi sekreter olmak” diye eklemek istemiştim ama yerim kalmadı. Yahudi sekreter olmanın farkı, bir sonraki yazıda, kısmet olursa artık.
Lütfen, asıl “patronun” Yukarıda olduğunu ve geçimimizi buradaki patronun değil, O’nun sağladığını unutmayalım!