Bu aralar Paris’te ne moda diye soranlara Amerikan burgerleri dersem ne dersiniz? İnanın, gerçeğin ta kendisi, bir Amerikan ‘delicatessen’ çılgınlığı süregeliyor son aylarda Paris’te… Atlantik ötesinden gelen büyük bir fırtınayla ‘Made in USA’ tarifleri Paris’e çıkartma yapıyor
Parisliler en iyi burgerin, en iyi sezar salatasının, en iyi bagel’in, en iyi cheesecake’in, en iyi brownie’nin, en iyi fudge’ın, en iyi milk shake’in peşinde…
Yıllar öncesinde şöyle hakkıyla hazırlanmış bir Bloody-Mary içmek için ancak Ritz Otelinin Hemingway Barı’na gitmeniz gerekirdi. Paris’te yaşayan Amerikalıların her yıl 4 Temmuz ve Thanksgiving (Şükran Günü) kutlamalarını yaptıkları bir tek Les Halles bölgesindeki Joe Allen restoranı vardı, lezzetli bir barbekü tavuk veya bir banana split için başka pek şansları yoktu. Son bir kaç yıldır kimi ünlü şeflerin menülerine ekledikleri ve inanılmaz fiatlarla sattıkları örneğin fois gras’lı (kaz ciğerli) burgerler Paris’te Amerikan yemek akımının ilk adımları oldu. Ardından şehre Amerikalı şefler akın edip kendi restoranlarını açtılar. Abartılı fiatlarla lanse edilen bu restoranlar bobo (bourgeois-bohème) Parislilerle dolup taşmaya başladı.
Bu yıl ise Fransız basını Amerikan yiyeceklerini saplantı haline getirdi. Tüm yemek ve gezi dergileri, köşe yazarları, blogcular, televizyon kanalları aynı konuyu işlediler. Basını etkileyen ilk olay Paris turu yapan Hamburger Kamyonuydu. Le Camion Qui Fume adlı Paris’in bu ilk kamyon restoranı her gün farklı bir Paris sokağında kepenklerini açmaya ve bulunduğu yeri sosyal medya kanalıyla haber vermeye başladı. O güne kadar Fransız için sokak yemeği deyince akla sadece pizza ve krep gelirken eğitimli şefler tarafından yüksek kalite malzeme ve teknikle hazırlanan, profesyonel mutfaktan çıkma lezzetlerin sokağa inerek halkın ayağına gelmesi Parislileri çılgına çevirdi.
Los Angeles’li şef Kristin Frederick Paris’te l’Ecole Supérieure de Cuisine Française Ferrandi’deki eğitimi sırasında şehirde take-away yiyecek konusunda eksikliği görür ve eşi Frédéric Fédière ile kolları sıvar. Pazar araştırması, kamyonun park edebileceği yerlerin tespit edilmesi ve gerekli izinlerin alınması oldukça uzun uğraş gerektirir. Sonuçta şefin kamyondaki mutfakta taze taze hazırladığı hamburgerle kızarmış patatese kostümlü kravatlı bankacıdan iş adamına Parisli 10-12 euro ücret ödemekten ve bu hamburgeri tatmak için bir hatta 1.5 saat kuyruk beklemekten gocunmadı!
Tabii ilgi rekabeti doğurdu. Bir kaç ay sonra San Francisco’lu Jordan Feilders’in pazarların çevresinde park ettiği kamyonu Cantine California burgerin yanı sıra Meksika usulü mısır tacos’ları satmaya başladı. Projesini en iyi kalite Fransız malzemeleriyle Amerikan sokak yiyecekleri geleneğini harmanlamak olarak açıklayan yeni gezici restoranda etler, yumurtalar, patatesler ve unlar organik ve yüzde 100 Fransız üretimi.
Bir burger için bu kadar vakti ve sabrı olmayanlara tabii ki Paris’te başka seçenekler var: Burger imparatorluğunun şehirdeki en iyi temsilcilerinden biri Place Marché Saint-Honoré’deki şık Razowski. Brooklyn tarzı endüstriyel dekor, bolca ışık, tavuktan ton balığına, sebzeden peynirliye çeşit çeşit burger… Kuşkonmaz, avokado, pane edilmiş sebze, mantar gibi ek malzemeler cabası… 39 rue de Richelieu adresindeki H.A.N.D. (Have A Nice Day)’in spesyalitesi lahana salatası ve patates galetiyle servis ettikleri corn-flakes (mısır gevreği) ile pane edilmiş tavuk burger Farmer. Onuncu bölgedeki Big Fernand’da kendi burgerinizi kendiniz oluşturabilir, Au Comptoir de Brice’de Top Chef yarışmacılarından Brice Morvent’in mini burgerlerini, ikinci bölgedeki Blend’de ünlülerin kasabı Yves-Marie le Bourdonnec’in etlerini ve Amerikalı pasta şefi Camille Malmquist’in ev yapımı burger ekmeklerini tatmak mümkün.
Çılgınlık sadece burgerle sınırlı değil. Ya cupcake deliliği? Amerika’nın Fransız macaronlarına yanıtı olan bu minik krema kaplı kekler her tür renk ve dekorasyon çılgınlığıyla pastane vitrinlerini süslüyor. Le Figaro Gazetesinin Amerikan tatlılarının Tiffany’si diye nitelendirdiği, mücevher güzelliği ve fiatındaki(!) Berko 23, rue Rambuteau’da. Havuç keki, fıstık ezmesi, M&M lezzetlerinin yanısıra badem-zeytin, domates-peynir, közde patlıcan gibi tuzlu aperitif cupcake’leri ile Miam’ın tatları da mükemmel. Synie’s Cupcakes ise Paris’in şu andaki en şık çay salonlarından biri, 23 rue de l’Abbé-Grégoire’da.
Peki yüksek maaşlı, oldukça prestijli bir masabaşı işini bırakıp Paris sokaklarında kamyonla dondurma satmak kulağa nasıl geliyor? İşte son günlerin moda kamyoneti Glaces Glazed. Sahibi Henri Guittet kostüm-kravatı pasta şefi önlüğüyle değiştirdi, Citroën’iyle hem sevdiği rock parçalarını çalıyor hem de portakal-campari-balzamik soslu ‘Clockwork Orange’, Valrhona çikolata sorbe, zencefil ve wasabili ‘Black Sugar Sex Magic’, pancar, elma, rezene, rom ve zencefilli ‘Rehab’ ile sıra dışı dondurmalar sunuyor Parislilere…
Peki Fransız gastronomisinin beşiğinde bu çapta Amerikan yiyecekleri istilası biraz abartılı değil mi? Düşünün bir, 1999 yılında hormonlu et sattığı iddiasıyla arkadaşlarıyla McDonalds’a saldırı düzenleyen Fransız Çiftçi Konfederasyonu Başkanı José Bové’yi küreselleşme karşıtları yıllarca alkışladılar, 2004 yılında Paris’te ilk şubesini açan Starbucks’ın kısa sürede iflas edeceğine dair demeçler verdiler. Bugün McDonalds’lar şube açmaya devam ediyor, her köşe başındaki Starbucks’lar sadece gençleri değil, büyükanne-büyükbabaları Amerikan kahvesiyle ağarlıyor. 80 yaşındaki dünya tatlısı kapı komşum “bu haftaki arkadaş toplantımızı Starbucks’da yapacağız” dediğinde “işte önlenemez devrim bu” dedim. Bazı Amerikan ürünleri kimileri için junk food’dan ileri gitmezken bu son akımı gurme fast food diye niteleyenler de var. İşin ekonomik boyutundan yararlananları bir yana koyarsak dünya üzerinde yiyecek yoluyla sınırların kalkması inanılmaz. Anlayacağınız bu yıl, bayram tatili de yaklaşırken New York’a kadar zahmet etmeyin, Paris’e buyrun, tüm USA tadları burada!