Kendimi bildim bileli kolonya kokusuna tahammülüm yoktur. Midem bulanır, içim çekilir. Çıkabileceğim bir mekan ise usulca odayı terk ederim. Eskiden otobüsle daha sık seyahat edildiğinde, yolculuk işkence gibi gelirdi. Misafirperverliğin bir göstergesi olan kolonya ikramı başladığında ağzımı burnumu mendille kapatırdım. Halbuki çocukluğumda anneannem rahatsızlandığında sadece alkol ispirto kullanırdı. Keskin bir kokusu vardı; nezleyken kokladığınızda tıkalı olan burnunuz hemen açılırdı. Tekel’in imalatı olan ispirto önceleri cam şişede, sonra da plastik ambalajlarda satılmaya başlandı. Evlendiğimde ecza dolabına giren ilk gereksinimlerdendi.
Anneannemle birlikte yaşadığımız için birtakım ritüelleri yakından izlerdim. Karnı çok sık ağrırdı. İlaç kullanmaktan hoşlanmadığı için nane, melisa, anason, ıhlamur gibi çeşitli bitki karışımları içerdi -ki ben de hala bu yöntemi kullanırım- ardından alkol ispirtoyla kompres yapardı. Zamanla alkol ispirto piyasadan çekildi. Bu arada benim de kokulara olan hassasiyetim giderek arttı.
***
Geçen hafta gittiğim Mudanya gezisi sırasında Trilye’de dolaşırken yerel halktan birkaç kişi yanımıza yaklaşıp nereli olduğumuzu sordu. Ayaküstü sohbet ettik. Malum, yörenin zeytini, zeytinyağı meşhur. Nur yüzlü yaşlı bir adama sordum. “Amca iyi zeytinyağı nerede bulurum?” “Az git, sağa sap, orada köylü pazarı var. İlk baştaki kadının malı temizdir” dedi. Gittik; topu topu üç tezgah var. Başında duranların üçü de kadın! Tabii tavsiye üzerine ilk baştakinde durduk. Çeşit çeşit reçeller, zeytinler, v.s. ‘Göz hakkı’ diyerek teyze her birini tattırıyor. Pazarlama yöntemleri artık her yerde. Hanım teyze, köy ekmeğini küçük dikdörtgen parçalar halinde kesip, hasır sepete dizmiş, ikram ediyor. Zeytinler damak tadıma uymadı. Reçellere özellikle dokunmak istemedim zira tatlıya hiç dayanamam. Alırsam uykusuz gecelerimde kaşık kaşık gidecek… Sıra zeytinyağına geldi. Önce kokladık, normaldi, sonra ekmeğe bandık. Kadıncağız sardı sarmaladı, naylon torbaya koyup verdi. Tabii yol boyunca, arabada şişeleri ayaklarımızın arasına sıkıştırdık. Her virajda kendimizi kollayacağımıza zeytinyağlarına öncelik tanıdık. Mudanya’dan İstanbul’a gelene kadar da, yağları bavula koymaktan çekindiğimiz için elimizde taşıdık. İstanbul’da zeytinyağı kalmamış gibi. Aradan birkaç gün geçti. Salata hazırlarken aldığımız zeytinyağını hatırladım. Büyük keyifle şişeyi aldım. Kapağını açtım. Bir koku yayıldı şişeden; felaket. Ciddi bir hayal kırıklığına uğradım. Demek koku Trilye’de açık havada farklı veya daha hafif gelmişti. Hemen şişenin kapağını kapattım. Hiçbir yiyecek veya içeceğin ziyan edilmesine dayanamam. Onun için de dökemedim. Hele biraz dinlensin…