Bir şampiyonluk maçı, bir de, bir çalıştay. Her ikisinin de ortak meselesi nefret söylemi üzerineydi. Biri Kadıköy’de diğeri Heybeliada’da çok farklı konumlarda hep bu virüs gündemdeydi.
Nasıl kurtulunacaktı?
"Muhteşem Yüzyıl” televizyon dizisinin rahmetli senaristi Meral Okay, vefat etmeden bir süre önce Mehmet Barlas ile yaptığı bir söyleşide,Kanuni Sultan Süleyman’ı bir kurgu kahramanına dönüştürürken özel ve insani özelliklerini deşifre etmesiyle toplumun bir kesiminden sert eleştiriler aldığını söylemişti. Ve sonra da, “ne de çok kutsalımız varmış” demişti. Barlas da, yılların tecrübesiyle, “bunu yeni mi farkettiniz yahu?” deyivermişti.
Evet, Barlas haklıydı çünkü kimileri, Meral Okay’ın başarılı senaryosuna, kutsiyet sınırları dahilinde değerlendirdikleri ünlü tarihi şahsiyetin hepimiz gibi insani duygu ve dürtülerle gösterilmesine tepki göstermişlerdi, bir çok benzer vakada olduğu gibi. Hatırlarsınız, bir başka kesim ise iki yıl önce bir filmde, Atatürk’ün her insanda olabileceği gibi doğal duygu ve davranışlarla tipleştirilmesine tepki vermişti.
Bu kutsiyet meselesi iliklerimize öyle yoğun bir şekilde işlemiştir ki, örneğin bir futbol takımının kendi stadında, ezeli rakibinin kupa almasına bile aşırı tepki gösterecek niteliktedir. Zira şampiyonluğu rakibine kaptıran takımın kimi taraftarı “evlerini” kutsal telakki edip rakibinin sevincine karşı çıkmaktadır.
Evet, net ve açık konuşmakta çok fayda var. Zira eleştiri ve özeleştiri yapılmadıkça, kutsiyet meselesi, olması gereken yüce yerlerden başka düzeylere indirildiğinde sonuçları acı olabilmekte.
Doğrudur, hatta dosdoğrudur. Fenerbahçe seyircisi bu sene manevi anlamda çok acı çekti, çok yoruldu. Kendisinden bile daha çok sevdiği takımlarının henüz tam da anlaşılamayan nedenlerle “yere düşürülmesine” ve yerdeyken habire taciz edilmesine ve bundan azami derecede faydalanmak isteyenlere karşı çok kızgınlar. Bunu anlamak mümkün, lakin evlerinde rakibe kupa verilmesini bir kutsiyet meselesi yapmanın sonuçlarını hep beraber gördük nitekim.
Ne demiştik? Adalet er veya geç tecelli eder bu ölümlü dünyada. Zor anlarda, isyan duygularıyla hava alınmaya çalışılan durumda, sabır yegâne yol gösterici olmalı. Kötülük her daim galip gelemeyecek son tahlilde. Herkesin kendi adaletinin kendisinin arayacağı bir dünya, dünya olmaktan çıkıyor zira.
Şimdi her yer, deniz ve gökler dahil, nefret söylemleriyle dolu. Bu nefret ortamı nasıl yokolacak, bilinmez...
***
Hafta sonu, İstanbul’dan sadece yarım saat mesafedeki bir uzaklıkta, cennet Heybeliada’nın sessiz, dingin ve kendisiyle barışık bir tepesinde yaklaşık 20 gazeteci olarak ‘Medyada Gayrimüslim Algısı’ adlı bir çalıştayda oturup kafa patlattık.
Dinler arası diyaloga büyük önem veren Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın organize ettiği başarılı buluşma, vakfın diğer benzer çalışmalarında olduğu gibi bu tür diyalog arayışları kapsamında, toplumsal sorunları masaya yatırma ve çözüm yolları arama adına çok önemli bir misyonu yerine getirmiş oldu.
Ulusal basının kamuoyu yapıcı kimi gazeteci ve akademisyenlerinin oluşturduğu ekip iki gün boyunca Heybeliada’nın yeşil bahar sessizliğinde ‘öteki’ kavramını incelerken meselenin basına ve medyaya yansımasını ve ilgili sorunları masaya yatırdı.
Ortak hazırlanan sonuç bildirisinde en önemli öneri, ulusal ve yerel medyamızda özellikle gayrimüslimlere yönelik nefret söyleminin, medyanın kendi öz denetim mekanizmalarıyla ortaya çıkarılıp önlenmesi oldu. Ayrıca ayrımcılık ve yine nefret söylemini önlemek üzere, uygulama kabiliyeti olacak şekilde hukuki düzenlemelerin yapılması ve bu tür söylemlerin cezai yaptırımlarla karşı karşıya bırakılması kayda geçirilmesi gereken önemli bir başka öneri oldu.
Nefret söylemlerine önlem alınmadığında ne gibi trajik sonuçlara varıldığını yakın tarih bize hatırlatıyor.
Hayatımızın her alanında, günlük yaşantımızda dahil, siyasetten futbola kadar her yerde, nefret söylemine ‘dur’ demek çağdaş insanın olmazsa olmaz uğraşılarından biri olmalı.
Bu dünya hepimizin...