Shakespeare’in Julius Ceasar oyununda, “Beni sevmiyorsun!” yakınmasına karşılık Brutus, kusurlarının hoşuna gitmediğini söylediğinde, Cassius şöyle yanıt veriyor: “Dost gözü bu kusurları hiç görmezdi!”
Bu sözleri okurken şunu düşündüm:
Bir dost gözü gerçekten kusur mu görmez, yoksa gördüğü kusurları söyleyerek onları düzeltme gereksinimi mi duyar?
Bana göre ikinci sorunun olumlu yanıtı daha ağır basıyor. Yani dostum olduğuna içtenliğine inanmışsam, o insanın benim hakkımda aklından geçenleri de, doğrusu bilmek isterim. Onun söyleyeceği olumsuz bir söz beni incitmeyeceği gibi, kimi kusurlarımı göstererek, düzeltmem için fırsat yaratacağını da düşünüyorum. Hani dilimize yerleşmiş bir söz vardır, dost acı söyler diye, yalan değil! Dost bildiğim kişi, karşıma yüzünde bir maske ile çıkacak, gerçekleri saklayacak, yalnızca hoşuma giden sözler söyleyecekse, asıl o zaman, onun dostluğundan kuşkulanmam gerekmeyecek mi?
Her türlü ilişkide içtenlik, öncelikli bir etmen! Buna karşın iş ve sosyal ilişkilerdeki çıkarlarımızı korumak ya da kimi insanlara yaranmak için bu erdemimizden zaman zaman ödün verebiliyoruz. Bu tür çıkarların öne çıktığı konulardaki yaklaşımların doğruluğu ya da yanlışlığı ayrıca tartışılabilir; ama dostlar arasındaki erdemsiz bir davranışın kolayca bağışlanabileceğini sanmıyorum.
Şu da var: Bir sözün kimin söylediği kadar, ne zaman ve nasıl söylendiği de önemlidir.
Hangimizin bir an’ı, ötekine uyar ki? Her zaman olumlu duygular içinde olduğumuzu öne sürebilir miyiz? Kimi zaman kızgın, acılı, hüzünlü, sağlıksızken, kimi zaman da sevinçli ve mutlu olabiliyoruz. Dost gözü bunları önceden görür, sözün dozunu ona göre ayarlar. Söylenecek bir sözün, getirilecek bir eleştirinin zamanını iyi belirleyemezsek istenmeyen kırgınlıkları da yaşayabiliriz.
Şu soruları kendi kendimize soralım:
Yaşantımız boyunca kaç kişiyi gerçekten dost diye nitelendirebiliyoruz? On ya da yirmi diyebiliyor muyuz?.. Yoksa yalnızca bir, üç ya da beş kişi mi?..
Sanıyorum dost diye bildiğimiz insanlar, bir elin parmak sayısını geçmiyor!.. Hiçbir çıkar beklentisi olmadan güvenebileceğimiz, birçok değeri paylaşabileceğimiz, sıcaklığını her an duyumsayabileceğimiz...
Bu insanın, yalnızca deneyimler ve uzun yıllarla sınanmış bir arkadaşımızın olması gerekmiyor. Aileden bir üye; eşimiz, kardeşimiz de en yakın dostumuz olabilir! Onların yasal ve sosyal kimlikleri hiçbir zaman bir dostluğu getirmediği gibi, bu kimlik bir zorunluluk olarak da sürdürülüyor olabilir. Buna karşın her birimiz bu ilişkiyi geliştirebilir ve besleyebilirsek, bir başkasında bulabileceğimiz insan sıcaklığından daha çoğunu, bu yakın çevremizde duyumsayabiliriz.
O dost gözünün her an üstümüzde olmasının keyfini sözle anlatabilir miyiz?