Geçtiğimiz 28 Mart Çarşamba akşamı, Galata’daki Hamursuz Fırını’nın üst katında ilginç bir yerleştirme sergisinin açılışı gerçekleşti. Serginin başlığı her ne kadar ‘Bir Mekânın Tüketilme Denemesi’ ise de, benim algıladığım mesaj farklıydı: Bir mekânın yeniden yaşatılma denemesi!
Önce mekânı anlatayım. Burası eski bir hamursuz (Matza) imalathanesi… 1992 yılında David Elhadef’in gayretleriyle modernize edilen bu hamursuz fırını, 2007 yılında verimsiz bulunarak kapatılmış. Gerçekten de günümüzün teknolojik olanaklarıyla üretim yapan modern fabrikaların bantlarında 8 saatte üretilen mayasız ve tuzsuz hamursuz bu tesiste ayni miktarda üretmek için tam 2 ay gerekiyormuş. Üstelik fırının uzunluğu da 28 metre olması gerekirken, sadece 21 metreymiş. Bütün bu bilgileri ve daha fazlasını serginin sahibi dört sanatçıdan biri olan Sibel Horada’dan edindim.
Sibel hızını alamayıp bana Matza’nın su ve unla yapıldığını ve suyun buharlaşmasını sağlamak, unun da kabarmasını engellemek için en fazla 18 dakika boyunca karıştırılarak pişirildiğini anlattı. Tüm bu işlemin elle yapılabileceğini, bu konuda 1 Nisan Pazar günü aynı mekânda bir performans gerçekleştireceğini söyledi. Gerçekten de Mısır’dan göçen Yahudilerin, o zaman ekmek yapmak için yanlarında makineleri, hele ki 21 metre uzunluğunda böylesi bir fırınları hiç olamazdı…
Pazar günkü performansa katılamadım. Malum, pazarları Dere Bey’e ait. Ama o akşam sergiyi gezdikten hemen sonra, bir arkadaşımla birlikte alt kata inip mekâna adını veren hamursuz makinesini görmek istedik. Yukarıdaki kalabalığa ve uğultuya karşın alt katta kimsecikler yoktu, odada ağır bir sessizlik hüküm sürüyordu. Evet, makine hantaldı ama heybetli bir görüntüsü de yok değildi. Belli ki temizlenmiş, bizim gibi yolunu şaşıran ziyaretçiler için özel olarak süslenmiş, parıldamıştı. Ama onlarca davetli, yukarıda farklı televizyon cihazlarının ekranlarında, Sibel Horada’nın yeniden canlandırdığı ‘İsimsiz Makine’ adlı bol uğultulu yerleştirmesini izleyip sanatçının verdiği mesajı çözmeye çabalarken, makinenin kendisi aşağıda, ‘ben hâlâ buradayım!’ diye sessizce haykırıyordu adeta.
Bu etkinliğe emek veren tek sanatçı Sibel Horada değil elbet. Eytan İpeker’in karanlık bir odaya hapsettiği, sınırsız sayıda beste yapma yeteneğine sahip soyut piyano videosu, Reysi Kamhi’nin ‘Evhane’ yerleştirmesi ve Neşe Nogay’ın ‘Babanem’ adını verdiği nostalji dolu albümü ve objeleri serginin katmanları arasında. Tabii sanatçıların verdikleri mesajları algılamak ve daha fazla tat almak için sergiyi yazılı bir metnin rehberliğinde gezmek şart. Bu aydınlatıcı metni Lara Fresko kaleme aldı. Serginin organizasyonunuysa, Schneidertempel’da bir zamanlar Michel Kichka sergisi için birlikte çalıştığımız Jassmine Taranto yaptı. Jassmine’in ismini bundan böyle önemli işlerle birlikte sıkça duyacağımızdan eminim…
Tekrar açılış akşamına dönecek olursak, kalabalık davetli topluluğunun arasında aynı çatı altında pek görmeye alışmadığımız Türk çağdaş sanatlar dünyasının iki değerli simasını, Vasıf Kortun ile Beral Madra’yı bir arada görmek güzeldi. Buna bir de sergiyi onurlandıran Hahambaşımızın her zamanki gibi çevresinde oluşturduğu neşeli hava eklenince, açılış gerçekten pek keyifliydi.
Keyfimi tek kaçıran, ne yalan söyleyeyim, daha avluya girmeden varlığını hissettiren yoğun güvenlik önlemleri ve çevrede bekleşen çok sayıdaki güvenlik görevlileriydi. Burası eski bir hamursuz fabrikasıydı ve artık bir sanat evi olarak hizmet görüyordu. Onca güvenlik önlemine ne gerek vardı? Aslında bu sorunun yanıtı, hafta içinde Cemaat Başkanımız Sami Herman ile Başkan Vekili İshak İbrahimzadeh’in TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerine söylediklerinde yatıyordu: “Mekânlarımıza suçluluk kompleksi içinde giriyoruz!”
Nedense aynı günlerde benzer tespiti, farklı bir bağlamda Hitler’li şampuan reklamının mucidi Hulusi Derici beyefendi de yapmıştı. İzidor Barouh’un cenaze merasimi münasebetiyle Neve Şalom Sinagogu’na gelen reklamcı, alınan yoğun güvenlik önlemlerinden etkilenmiş, azınlık olmanın güçlüğünü anlamış, bunun üzerine de reklamı kaldırmaya karar vermişti. Özür kabahatten büyük durumunun tipik örneği… Sevsinler!
Mekândan ayrılırken güvenlik görevlilerine tekrar göz attım. Sanki sayıları artmış gibiydi. Birden şöyle bir şey düşledim: Fırın çalışıyor. Hamursuz makinesinin bandı patır kütür dönüyor. Dünyada ne kadar ırkçı kavram, ayırımcı söylem varsa hepsi dev fırının içinde eriyor, yok oluyor. Öbür taraftan çıkan hamursuzlar ise beyaz güvercinlere dönüşüyor, kanatlanıp dört bir yana havalanıyorlar. Bu esnada güvenlikçiler sert bakışlarından kurtulup davetlilere karışıyorlar. Yukarıdaki uğultu kesiliyor. Eytan’ın soyut piyanosu canlanıp hapsolduğu karanlık odadan kurtuluyor, neşeli notalar çıkarıyor. Hep birlikte hora tepiliyor, ateşin üzerinden atlanıyor, çılgınca dans ediliyor.
Kış ve ‘ölüm’ geride kaldı, yeniden dirilme zamanı şimdi!
Japonya’da kiraz ağaçları pembe-beyaz çiçek açarken, İstanbul’da Boğaz’ın sularını renklendirecek mor erguvanlar yeni yeni tomurcuklanıyor. Ortak değerlerimizi birlikte korumak, ne büyük mutluluk! Bahar, Nevruz, Paskalya, Pesah, Hıdrellez… Yeniden, bir kez daha hoş geldiniz!