Bahsi geçen kilolar benimkiler değil, onlar yerlerinden çooook memnun. Son bir haftadır rejim yapıyor ve kendimi tüm yemek nimetlerinden uzak tutuyorum. Sonuç: hüsran. Sunun şurasında 800 gram vermişim. Değer mi bu eziyete? Bıraksam mı acaba?
Bahsi geçen kilolar, her seyahat öncesinde ‘dikkatle seçerek’ yaptığımız valiz ve ‘sözde’ el bagajlarının toplamından oluşan ‘denk’lerimizin ağırlığı. (Ada tarifesinde iki valiz bir denk eder) Genelde uzak bir yerlere gittiğimizde geri dönmemek üzere göçtüğümüz kanısına kapılırız. Önce gideceğimiz memleketin, internetten “veder-forkast”ını alırız, ama nafile, ah şu ”nemelazım” evhamı yok mu? Diyelim ki Afrika’ya gidiyoruz. Hem de safariye, adı üstünde “Afrika” ; hava sıcaaak mı sıcak. Öyle diyor “forkest” amca. Ama hemen yanında diyor ki; yağmur yağabilir, geceleri çok soğuk olabilir. Şimdi bu bilgilerin ışığında buyurun bakalım yapın valizi… Acayip güneş olacağından ve biz açık havada olacağımızdan ilk iş bir şapka sonra; ti-şört, şört, tokya, lastik ayakkabı, bir pantelon bir gömlek. Hepsi bu kadar olsa yeterli olacaktır sanırım. Ama ya sanmadığım kısım gerçekleşirse, ya yağmurlar her gün yağar ve de yağar her şeyim ıslanırsa, ben iyisi mi ti-şörtlerimi arttırayım ve daha şörtlerimi de… Yağmurluk almakta fayda var… Geceleri soğuk oluyormuş bir de kazak, swit-şört ve polar ve de mayo, güneş kremi, kaşkol, çok sinek varmış uzun kollu ama ince bir şeyler, soğuk varmış uzun kollu ve kalın bir şeyler... Bir de bazı giyeceklerimizin “gezdirilme” kontenjanı vardır. Bilirsiniz işte ; “o” nu giyme ihtimaliniz çok düşüktür, ama yanındaki, üstündekini almışsın, yani bir “o” na mı kaldı, üzülür ‘asibiva’ koy sepete.
Nooldu? Oldu sana battal boy valizler… Sorun mu? Efendim benim “nev-i şahsıma müstesna” bir maruzatım daha var: bundan yaklaşık 50 sene önce imalatı gerçekleştiren müteahhit firmanın malzememden çalmış olması dolayısı ile belimden arızalı bir yapı ile doğmuşum, artık malzeme mi eksikti, imalatçı mı yanlış yaptı onu bilmem. Ancak 20 yaşları civarı müteahhit firmaya açtığım davayı kazanmamı müteakiben, belimden zor, karmaşık ve riskli bir ‘operasyon’ geçirdim. Şükür durum düzeldi. O zamanlar “maşiah” olarak gördüğüm doktor baba “kilo almamamı” ve dahi “ağırlık kaldırmamamı” tembihledi. Doktorumu dinledim. Aradan geçen 30 senede her sene sadece bir kilocuk aldım. Çok mu? Nede olsa sıhhatim mevzu bahis. İkinci tembih neydi? Zinhar ağırlık kaldırmayacaksın. Bir seyahat ‘göçümüze’ bakıyorum, bir göbeğime. Olamaz diyorum… Toplantı ve karar: Bu aşırı kilolardan kurtulmak gerek. Sağlık her şeyden önce gelir. Boşaltıyoruz valizleri, her şey dışarı çıkartılıyor, tekrar düşünülüp yerine konuluyor, aaaa tuhaf şey, daha da çok eşya oldu! Ne yani? Mendil ağırlığında bir ti-şörtü ilave ettik diye mi sorun oldu şimdi de?
Hava alanındayız. Okyanus geçiyor muyuz? Akdeniz okyanustan sayılmıyor ise hayır. O halde 20 – 25 kilo arası adam bası hakkımız var. Bir de el bagajı 3-5 kilo… Sonrası? Sorun! Havaalanına gelmeden önce evde, tespit ettim; önce kendim çıkıp tartıldığım sonra da valizle birlikte tartıldığım için biliyorum “ovır-veyt” durumdayız. Şükür ki ‘yolcu + valiz = 115 kiloyu aşamaz’ denklemini kurmayı akıl edemediler. Bu durumda uçamazdım herhalde. Polis kontrolünü geçtik, şimdi en kritik zaman. Öyle bir ‘kontuar görevlisi ‘ seçeceksin ki valizlerinin kilosu ile pek ilgilenmeyecek. Bu konuda bayanları seçmemek ilk tercihimdir. Onların sağı solu belli olmaz. Şöyle şişman ve mutlu, gülümser suratlı bir bay ‘en ideal’ çözüm olabilir. Sebebi hayatım uçağın ‘düşmeyen’ bölümünden koltuk seçme konusunda bugüne kadar çok becerikli olduğundan çek-in işlemi kendisine. Hemen onun iki adım arkasında troley’den indirdiğim valizlerin aslında hiç de öyle ağır olmadığı imajını verebilmek için ‘kuğu golünde partnerini kaldıran balet’ muamelesi yapıyorum valizlere… Omuzlarımda her biri 15 kiloyu çoktan geçmiş kabin ‘çantaları’ beni yere doğru çivilerken, ben neredeyse ip atlayacak kıvamda yürüyorum. Amaç ‘ekstra dö bagaj’ ödememek. Bizi bozar, bize yakışmaz, çok ayıp ve de onur kırıcı. Ödememeyi başarmanın verdiği ‘garip’ mutluluğa ermem gerek… Yine bu amaçla; basit ve yarı boş bir sırt çantası şeklinde kamufle ettiğim en kıymetli çantamızı az gerimizde duran kalabalık bir ailenin yanına onlarınmış gibi yere bırakmış vaziyetteyim. Aksi takdirde ‘an-etendıd legecız vıl bı dıstroyd’ muamelesi görebilir. Yağmurda ve karda giyeceğimiz montlarımız, ‘beybı feysıs tendır pleysıs’ güneş kremlerimiz ve nano teknoloji yünlü çoraplarımız, parmak arası ‘flip flop’ larımız ile seyahatte okuyacağımız üç cilt Meydan- Larus’un yanı sıra ay fon, ay ped , ay tac, ay pod , ay mek, ve ay ay ay’dan müteşekkil kominikasyon ve bilişim merkezlerimiz ile tüm yan aksesuarlarından mahrum kalabiliriz . İste o zaman olabilecekleri düşünebiliyor musunuz?
Kontuardayız. Sebebi hayatımın şişman, mutlu ve gülümser adama son derece kibar ve ikna edici edasıyla : “Ben önlerde ve fakat düşmeyen yerde, mutlaka koridora cephesi olan ve dahi ortası boş üçlü koltukta ve ön arka çapraz ikişer sıra koltukta ağlayan bebek olmayan bir mekânda ve kesinlikle dış hava koşullarından etkilenip sallanmayan ve düşmeyen iki yer istiyorum… “Zat-ı kontuar” pek işimize gelmeyen konulara girecek olsa mesela; valizleriniz bunlar mı? Başka valiziniz var mı? Arkadaki beyefendinin omzunda duran iki çanta kabin için mi? Bizim de yedek yedek sorularımız var: Uçağınız ne marka? Kaç yılında yapıldı? Son bakımda değişen parçalar listesi? Uçak çok dolu mu? Gelirken sallandılar mı? Giderken sallanır mıyız? Yemekte ne var? Pilotun ismi ne? Kaç yaşında? Kaç saat uçmuş bugüne kadar? Hiç düşmüş mü? Ne burçtansınız? Aaa ne şeker oradaki fotoğraftaki çocuğunuz mu? Sonuç ‘gülümseyen kontuar adam’ geçici bir süre devre dışı kaldığından kilolarımız sorun olmadan bordinglerimizi aldık…
Memleketten her gidişin bir dönüşü olması doğaldır değil mi? Biz ise dönmeyeceğimizi düşündüğümüzden olsa gerek, dönüşte, gittiğiniz yerin havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez, yüklerimiz daha da bir artarlar, çoğalırlar ve daha ağırlaşırlar. Hem de; siz zinhar ‘hiçbir şey’ almadığınız halde… İşte ‘nedendir bilinmez’ dedim ya, geldiğiniz valizlere sığamaz olursunuz. Dönüşte hava alanında yine şişman, mutlu ve her daim gülümseyen kontuarcı bey bulmayabiliyorsanız yapılacaklar belli, aksi takdirde tek geçerli bir yöntem vardır : “ koton hends ın yor poket”
Yükünüzü arttırmanın son durağı ‘dyu-ti fri şop’tur burada aldığınız ağırlıklar artık kontrol dışı olduğundan kendinizi daha serbest hissedebilirsiniz. Hele hele ‘Sakal’ diye adlandırılan bir dükkân varsa, yandınız. Bir spor ayakkabı alır, kasaya gidersiniz. İkincisinin % 40 indirimli ve üç çift çorap hediyeli olduğunu söylediklerinde gerekmediği kesin olan 2. çift ayakkabıyı ve çorapları almamazlık edemezsiniz. Tekrar kasaya geldiğinizde, sadece ve de sadece 25 dolar daha harcarsanız, kasiyerin elinde tutmakta olduğu ‘şahane’ spor çantasının yanı sıra dört adet tenis topunun ücretsiz verileceğini öğrendiğinizde 25 dolar daha harcamak uğruna 79.99 dolarlık bir eşofmanı alıp kasaya yönelirsiniz. Kasada iki ayakkabı, 3 çift çorap, 4 tenis topu ve spor çantası coktaaan orada sızı bekliyordur. Düşünebiliyor musunuz neredeyse hepsi bedava!!! Verdikleri her şeyi yine “debaldes” spor çantasına tıkıştırırken; 49.99 luk “bir tek” spor ayakkabısı almak üzere girdiğiniz mağazadan nasıl 235,99 dolara çıkmakta olduğunuz düşüncesi yavaş yavaş kafanızı kurcalamaya baslar.
Sonuçta sevgili ve biricik zevcemle, omuzlarımızda “kabin” çantaları, her parmağımızda birer poşet ve yeni aldığımız debaldes spor çantası ile fotoğraf makinesi boynumuzda uçağa göçmen mülteci karışımı bir görüntü ile gururla ve yüzümüzde saçmasapan gülümsemeyle bineriz. Gururla diyorum çünkü her iki hava alanında ekstra kilolarımızı ödemeyerek korkunç bir tasarruf yapmış bulunmaktayız… Kolay mı bu?
Sevgiyle kalın